DİN SİYASALLAŞINCA NE OLUYOR?

Din siyasallaşarak iktidarı arzulayan bir harekete dönüşür ise, hızla ırkçılık ve
milliyetçilikle buluşmakta, dolayısıyla hızla faşizme kayarak, otoriter, totaliter
bir toplum düzenine doğru yol almaktadır. Bu durum dün de bugün de ve ne
yazık ki yarın da böyle olacaktır, diye düşünüyorum. Günümüzde İran, Türkiye,
Hindistan, ABD’de beyaz üstünlüğü yani ırkçı evanjelik Hıristiyanlık peşinde
koşanlar, çoğunluğu Cumhuriyetçi Parti’yi destekleyenler örnek gösterilebilir.
Bu arada son gelişen olaylardan hareketle İsrail’deki işleyen sürece de bakmak
gerekir. İsrail devleti, Avrupa’da faşist soykırımla başlayan bir sürecin ürünüdür.
Bu madalyonun öbür yüzünde İsrail kurulurken savaş ve etnik temizlikle
topraklarından sürülen, 1968 savaşından sonra, topraklarına el koyan “Siyonist
yerleşimciler” hareketi ile sömürgeleştirilen çoğunluğu Müslüman Filistin
halkını da unutmamak gerekir. İsrail-Filistin sorununa bir çözüm bulma çabaları
sonuç alamadan sürerken 1990’larda her iki kampta, çözümden bir diğerini,
yani ötekini yok etmeyi anlayan radikal dinci akımlar gelişmeye başlamıştır.
İsrail tarafında, Oslo barış sürecini sabote eden, Netanyahu’yu iktidara taşıyan,
radikal dincilik doğrudan siyasallaşmaya, ırkçı bir siyasal akım halini almaya
başladı. Filistin tarafında Hamas’ın kuruluşuyla, ulusal irade parçalandı, barış
sürecini yürütme kapasitesi, özellikle Arafat öldükten sonra hızla kayboldu.
İsrail-Filistin sorunu içinde Müslüman ve Yahudi dinci hareketler adeta birbirini
besledi. İsrail devleti ile Filistin halkı arasında, Lübnan’da, Gazze’de yaşanan
savaşlar da bugüne kadar hep bu süreci besledi. Son yapılan kamuoyu
yoklamaları İsrail halkının içinde Araplarla birlikte yaşamak istemediğini
söyleyenlerin oranının 2021’de yüzde 45’ten, bu yıl yüzde 60’a yükseldiğini
gösteriyor. İsrail halkının çoğunluğu Gazze, Batı Yakası bir yana, İsrail içinde
Doğu Kudüs’te ırk ayrımına dayalı bir düzen arzuluyor. Boşuna mı, artık
tartışmalarda sık sık Güney Afrika’nın siyahiler ile beyazları birbirinden ayıran
modeline gönderme yapılıyor. Bugün gelinen noktada, Gazze’de ya da
Lübnan’da yeni bir savaş olasılığından söz edilebiliyor ama barış sürecinin
canlanması gündemde hiç değildir. Netanyahu, artık doğrudan siyasete katılan
radikal Yahudi tarikatlarının desteğiyle iktidar olduktan sonra, yerleşimcilik
yoluyla toprak gasp etme süreci hızlandı. ‘Yaşhiva’ denilenTevrat okulu
öğrencilerinin askere alınmasıyla, İsrail ordusunun seküler yani laik karakteri
giderek aşındı. Bugün İsrail ordusunda artık yerleşimciler ve İsrail Ordusu aynı
şeydir, diyebilen komutanlar mevcuttur. Aslına bakarsanız, çeşitli tarikatlarda
örgütlü radikal dincilik ile militarist Siyonizm arasında başlayan ilişkisi, süreç
olarak faşizmin en önemli parçasını oluşturmaktadır. Aslına bakarsanız,
Gerçekten de Güney Kudüs’te iki yıl ardan sonra bu yıl yeniden Şam kapısını,

Müslüman mahallesini hedef alarak yapılan ‘Bayraklı yürüyüş’ beyaz
gömlekli erkeklerden oluşan militan bir kalabalığın etkisinin güçlenmekte
olduğunu göstermektedir. Siyasal gözlemcilere göre ise, “Allah belanızı versin,
Gözünüz kör olsun, Köyünüz yansın, Araplara ölüm, sloganlarıyla yürüyen
kalabalığın sık sık Filistinlilere yönelik şiddet eylemleri, artık “Asıl terörist
kim” sorusuna yanıt oluşturan gündemi akıllara getirmektedir. İsrail basın ve
medyası da dahil Ortadoğu’daki basın ve medya organları kimi gazetelerde yer
alan, bazı yorumların başlıkları da oldukça korkutucudur: “İsrail iç savaşı çoktan
başladı, Anti faşistlerin iki seçeneği vardır: Ya çekip gitmek ya da kalıp
savaşmak!” Din ve siyaset buluşunca ve de iç içe geçince radikalleşiyor ve
dolayısıyla faşizm gelişmeye başlıyor. Benden anlatıp, söylemesi..