DEPREM VE İNSAN

Deprem felaketinin üzerinden yaklaşık bir ay geçmek üzere. Bu süre içerisinde haklı olarak depremle yattık depremle kalktık. Belli ki daha uzun süre, hatta yaşadığımız müddetçe hep depremi konuşacağız. Ülkemiz birinci derecede deprem kuşağında olduğu için biz artık bu güzelim ülkemizi bırakıp başka bir yere gidemeyeceğimiz için ve de başka bir Türkiye olmadığı için deprem hep hayatımızın bir parçası olacak. Bundan böyle depremle ilgili daha çok şey yazılacak söylenecek.

İnsanoğlu yaratıldığından beri her geçen gün daha da güçlendi, teknolojik gelişmelere bağlı olarak çok şey yaptı ama ne yazık ki hala yapamadığı ve aciz kaldığı, bazı tabii afet ve felaketler karşısında çaresiz kalmaktan kurtulamıyor. Bazı doğal olayları önlemeye gücü yetmiyor. Depremlerde bunlardan birisi. Bazı tahminciler veya kâhinler depremin oluş konusunda tahminler yapsalar bile ne yazık ki ne zaman olacağı konusunda hiç kimsenin tahmin yapmaya gücü yetmiyor. Depremin büyüklüğünü ölçebiliyoruz ama önlemeye gücümüz yetmiyor. Sağlam zemin de sağlam binalar yapıyoruz ama öyle bir an geliyor ki önlemeye bütün bunlarda yetmiyor. İnsan her şeyden önce kendisinin ve tabiatın efendisi olmadığı bir gerçek. Özellikle teknolojik çağın gelişmesiyle birlikte kendisinin ve dünyanın kaderini değiştirebileceği zannına kapılmakta. Uçan kuştan ilham alıp uçak yaptık, balıktan ilham alıp gemiler yaptık, ama buna rağmen insan ne kendisinin ne kaderinin ne de dünyanın efendisi hiçbir zaman olamadı. Hayatımız birçok bakımdan kontrol edemediğim güçlerle dolu. Nerden baksanız aciz durumdayız. Büyük depremler, yangınlar, su baskınları, fırtınalar insanın kontrol edemediği ve sadece etkilerini silmeye veya sınırlamaya çalıştığı doğal afetler olarak hayatımızda yer almaktadır. Ülkemizde yaşanan acı bunun bir örneği.

Bir diğer husus depremle mücadelede zenginlik ve nüfusun artışı.Nüfus artıkça şehirler büyümeye ve daha büyük binaların ve yerleşme yerlerinin ve çok sayıda insanın yaşadığı yapıların ortaya çıkması insanın depremle mücadelesini güçleştiriyor.Örneğin bunu en güzel örneği İstanbul u ele alırsak Allah korusun bir büyük deprem de İstanbul a girmek enkazdan insan kurtarmak belki günlerce mümkün olmayabilir.En ufak bir yangında bile   trafiğe sıkışık  İstanbul un daracık sokaklarına girmenin  ne kadar zor olabileceğini düşünmek bile istemiyorum.Ancak zenginlik bir taraftan da sağlam yapıların yapılmasına daha dayanıklı binaların inşasına imkan verdiği için insanların depremle mücadelesini daha kolay kılıyor.Bunun en güzel örneği Japonya dır.Adamlar nüfusu kalabalık olmasına rağmen zengin oldukları ve bilinçli davrandıkları için daha dayanıklı binalar yaparak depremle daha iyi mücadele edebiliyorlar.Nitekim bütün gözlem ve incelemeler depremlerin fakir ülkelere ve toplumlara daha çok zarar verdiğini görüyoruz..

İşin bir başka tarafı da depremin ülke, ırk, dil, din farkı ayırmaksızın herkese zarar vermesi. Yani deprem insanları vururken onların dinine, diline, rengine, ırkına bakmaksızın herkese aynı tahribatı yapıyor. Bu da gösteriyor ki ülkemiz gibi deprem kuşağında olup doğal felaketlere açık ülkelerde asıl sorun böyle afetlere karşı hazırlıklı olmak.

Son olarak söylenmesi gereken ülkemizin birinci derecede bir deprem kuşağında olduğu için başta devlet olmak üzere herkesin, her birey ve her kesimin sorumluluk altına girmesi gerekiyor.

En kısa zamanda bir –Acil afet ve deprem Bakanlığını kurulmalıdır.

Sağlık ve esenlik dileklerimle.

Aslan TORUN