Cüneyt Arkın’la anılar

Aylardan Temmuz sıcak bir yaz akşamı. Hafiften poyraz esintisi var günün sıcağını hafifletiyor. Otuzlu yaşlardayım, Büyükçekmece Belediyesine ait şimdiki Celali'ye sosyal tesislerindeyiz. Denizin üzerinde muhteşem bir yer. O zamanda tesis salaş derme çatma bir yer, özel işletme olarak bir arkadaşımız işletiyor. O dönemlerde Celali'ye Belediye başkanlığı olan bir belde.

 

Oturduk denize nazır kurduk çilingir sofrasını. Arabamızda Mardin eşrafından petrol istasyonu olan bir arkadaşımız “birazdan Cüneyt Arkın gelecek yanımıza” dedi. İçimde bir heyecan bir kıpırtı. O filmleriyle büyüdüğümüz üstat masamıza teşrif edecek. Gözüm kapıda ha geldi ha gelecek. Zaman durdu sanki geçmek bilmiyor.

 

Aradan 1-2 saat geçti üstat kapıdan içeri girdi. Dinç, dinamik, saçlarının beyaz tonu daha fazla. Filmlerindeki kadar fit değil biraz kilolu fakat, yine heybetli yine alımlı çalımlı. Masada 7-8 kişiyiz. Mütevazi bir şekilde hepimizle selamlaştı tokalaştı tek tek tanıştı. Şafak sökene kadar sohbet muhabbet aldı başını gitti. Fonda çalan şarkılara eşlik ettik şen kahkahalar patlattık ardı sıra. Sanki kırk yıllık bir dostla bir ağabeyle sohbet muhabbet ediyorduk. Zaman su gibi aktı geçti. Hepimize sarıldı sonra atladı arabasına ve gitti.

 

Aradan bir ay geçti geçmedi. Kumburgaz yönüne Selimpaşa çıkışta o zamanın Petrol Ofisi istasyonu. İstasyon sahibi arkadaşımla yine arka ardiye bir yerde oturuyoruz bir baktık üstat baş ucumuzda. Kalktık hemen ayağa 4 kişiydik önceki ekipten hepimiz. Sarıldı bize yine sohbet muhabbet. O anlattı biz dinledik. Tüm filmlerinden hatırlar anılar sohbete renk kattı. İçimizden bir arkadaş; “öyle filmlerdeki gibi buzdolabına karete yapmakla olmuyor gel bana yap” dedi. Usta o yarım ağızlı gülümseyişiyle tebessüm etti. “Burası film seti değil dost meclisi” dedi. Saat kaçtı hatırlamıyorum “ben gidiyorum” dedi. İstasyon sahibi arkadaşımız “taksi çağıralım ya da biz bırakalım” dediyse de nafile. Yazlığı Silivri Parkköy’deydi yakındı arkadaşım arabasını verdi atladı gitti.

 

Aradan 1 saat geçti geçmedi bir haber geldi üstat kaza yapmış. Silivri de özel bir hastaneye kaldırmışlar koştuk gittik. Araba kullanılamayacak bir halde, şükür kendi sağ. Hafif ezilmeler mevcut. O arabadan nasıl sağ çıktı diye birbirimize bakıyoruz. Bu olaydan kimsenin haberi olmadı. Ne medyaya yansıdı ne bir kelam edildi. Şahidi hastane personeli ve biz dört kişiydik. O gün onun için milat oldu. Alkole tövbe etti ve bıraktı.

 

Halkın adamıydı bizden ne fazlası vardı ne de eksiği. Filmlerinde o vurdulu kırdılı sahnelerin adamı bizim gibi sıradan birisiydi. Akıllı adamdı velhasıl. Cumhurbaşkanlığının “akil insan” teklifine “Halkıma akıl vermek benim haddim değil” diyecek kadar gerçek akil insanıydı.

 

Hani bazen derler ya; “vefa” sadece bir semt adıymış. Silivri’de 40 yıl ikamet etti yazları Parkköy'de yazlığında yaşıyordu. Silivri'yi yönetenler kendisine ne bir ödül verdi ne bir organizasyona çağırdı. Adı ne bir sokağa ne de bir parka verildi. “Kör ölür badem gözlü olur” misali, şimdi adını yaşatmak için hummalı bir çalışma içindelermiş. O sadece gönüllere taht kurmuş bir aktör değildi. Hiçbir filminde dublör kullanmadı tüm rollerinin hakkını verdi. Bu dünyadan sanatın, insanlığın, dostluğun da olduğunu hatırlatan, sizden bizden birisi gibi mütevazi yaşayan Fahrettin Cüreklibatur diye bir doktor Cüneyt Arkın diye bir aktör geçti...

Sağlıcakla…

Damga gazetesinden alıntıdır.