Takvimler 5 Aralık 1934’ü gösterirken Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi. Böylece ‘Türk kadını’ o devrin olanak ve koşullarında ve de ortamında verilebilecek tüm siyasal haklarına sahip oldu. Bu sayede ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!’ diyen Cumhuriyet, milletin yarıdan fazlasını oluşturan kadınların da egemenliğini tanımış oldu. Böylece Türkiye’de kadınlar da erkeklerle eşit yurttaş oldu. Kadınsız cumhuriyet, kadınsız demokrasi olmaz; kadınlara siyasal hakların tanınmasıyla Türkiye’de Cumhuriyet kendini tamamlarken demokrasiye de zemin hazırlandı. Sanayileşmemiş, aydınlanmamış, yüzyıllarca dinsel monarşiyle yönetilmiş, kadının dışlandığı erkek egemen bir din-tarım toplumunda, Cumhuriyet’in ilanından 10 yıl kadar sonra, kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi başlı başına çok büyük bir devrimdi. Çünkü Osmanlı’da Tanzimat’tan beri kadın hakları konusunda bazı reformalar yapılmak istenmiş, bu kapsamda kız çocuklarının eğitim-öğrenimi zorunlu hale getirilmiş, kızlar için bazı okullar açılmış 2. Meşrutiyet’in özgürlük ortamında kadın hakları gündeme gelmiş, kadın dergileri çıkmaya, kadın cemiyetleri kurulmaya başlanmış, Nezihe Muhittin gibi öncü kadınların liderliğinde bir kadın hareketi ortaya çıkmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Türk kadınları çalışmaya başlamış, 1917’de kadınlara bazı haklar tanıyan bir ‘Aile Kanunnamesi’ bile hazırlanmıştı. Ancak birkaç büyük ilde karşılık bulan bu öncü çabalara rağmen, Atatürk, 1923’te Cumhuriyet’i ilan ederken Türkiye’de kadın her bakımdan ikinci sınıftı. Kadın hâlâ kafes ardındaydı. Tramvaylarda, vapurlarda kadın erkek ayrı yerlerde oturmak zorundaydı. Evde, okulda, işte, mahkemede, sokakta kadın erkek eşit değildi. Çok eşlilik devam ediyordu. Kız çocukları hâlâ okula gönderilmiyordu. Cumhuriyet kurulurken tüm Türkiye’de ortaokullara sadece 543 kız öğrenci, liselere ise sadece 230 kız öğrenci kayıtlıydı. 1927 nüfus sayımına göre Türkiye’de erkek nüfus sayısı 6 milyon 563 bin 879, kadın nüfus sayısı 7 milyon 084 bin 391’di. Nüfusun yarıdan fazlasını oluşturan kadınların okuma yazma oranı birçok ilde yüzde sıfır ile yüzde üç arasındaydı. Kısacası Türkiye’de Cumhuriyet kurulurken ‘Türk kadını’ en temel medeni haklara sahip olmadığı gibi hiçbir siyasi hakka da sahip değildi. Ayrıca kadınlara yönelik ‘yobaz ve bağnaz baskılar’ da devam ediyordu. Örneğin 1921’de TBMM’de kadınlara peçe zorunluluğu tartışılmış ve süslü giyinme yasağı getirilmek istenmişti. Evlenecek çiftlerin doktor muayenesi söz konusu olduğunda da bazı milletvekilleri kadınların erkek doktora muayene edilmesinin doğru olmadığını savunmuştu. 1921 Maarif Kongresi’nde kadınların erkeklerle aynı salonda bulunmaları tartışma yaratmıştı. Nisan 1923’te kadınların nüfus sayımında sayılması önerisi bile Meclis’te tepkiyle karşılanmış, 1924 Anayasası hazırlanırken kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi önerisi Meclis’te reddedilmişti. Gerçek şu ki ‘Türk kadını’ tüm medeni ve siyasal haklarını Atatürk sayesinde ‘Cumhuriyet’ ile elde etti. Atatürk, yıllarca sabır ve kararlılıkla yakın arkadaşları başta olmak üzere tüm Meclis’i, tüm ulusu buna hazırladı. İsmet İnönü’nün deyişiyle Atatürk’ün “en ileri iki devriminden biri harf devrimi, diğeri kadın devrimidir!’  Atatürk, her fırsatta ‘kadın/erkek’ eşitliğine, kadınların hak ve özgürlüklerine vurgu yapmış, erkek egemen toplumu kadın hakları konusunda bilinçlendirmeye çalışmıştı. Örneğin 31 Ocak 1923’te İzmir’de bir konuşmasında şöyle demiştir: “Bir toplum, cinsinden yalnız birinin zamanın gereklerini kazanmasıyla yetinirse o toplum yarıdan fazla eksiklik içinde kalır. Bir millet gelişmek ve medenileşmek isterse özellikle bu noktayı temel olarak kabul etmek mecburiyetindedir. Bizim toplumumuzun başarısızlığının nedeni, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız da ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğrenim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.” O yüzden demem odur ki, Atatürk, kadın devrimi konusunda da aşamalar şeklinde ilerlemiştir. 1924 tarihli ‘Tevhid-i Tedrisat Kanunu’ yani ‘eğitim ve öğretimin birleştirilmesi yasası’ ile kadın ve erkeğin eşit eğitim öğrenim olanaklarından yararlanması sağlandı. Kız çocuklarının okutulması için gerekli altyapı hazırlandı, aralarında kız enstitülerinin de olduğu yeni okullar açıldı. 1925 tarihli ‘Şapka Kanunu’ diye anılan aslında ‘Kılık Kıyafet Devrimi’ şeklinde gerçekleştirilen devrim kanunu ile kadınlara giyim koşum konusunda yasal bir zorunluluk getirilmemekle birlikte belediyeler, çağdaş kılık kıyafet konusunda tavsiye kararları aldı. Türk kadını yüzyıllar sonra Cumhuriyet sayesinde özgür biçimde giyinebildi, çağdaş yaşama katılabildi. 1926 tarihli ‘Medeni Kanun’ ile kadınlar evde, okulda, mahkemede, işte en temel medeni haklara kavuştu. Çok kadınla evlilik kaldırıldı, evlilik akdi için resmi nikâh şartı getirildi, evlenmede kadın ve erkek için yaş sınırı belirlendi ve çocuk yaşta evlenmeler yasaklandı. Ayrıca evlenmede ve boşanmada tek taraflılık ve keyfilik kaldırılarak kadının ve çocuğun hakları güvenceye alındı. Miras hukukunda kadın ve erkek eşitliği sağlandı. ‘Türk Kadınlar Birliği’ tarafından 1927 seçimlerinin hemen öncesinde tüzüğüne kadınların siyasi haklar kazanmasını sağlamaya yönelik bir madde eklemesi kadınların seçme ve seçilme hakkı konusunun yeniden gündeme gelmesini sağladı. Atatürk, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verebilmek için toplumu buna hazırlamak gerektiğini biliyor ve bunun için çalışıyordu. 1930 yılında Afet İnan imzasıyla yayımlanan ve ortaokullarda okutulan ‘Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’ kitabında “kadının siyasi yetersizliğine mantıki bir sebep yoktur’ diye yazdı. Ülkede demokrasinin kurulabilmesi için kadınların siyasal haklara sahip olması gerektiğini belirtti. Atatürk bu arada yakın çevresindeki bazı isimlerin, kadınların siyasal hakları için çalışmalarını istedi. 1930’da Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan, ‘İntihap’ yani ‘Seçim’ anlamına gelen ve Necip Ali Küçüka da ‘Kadın Hukuku’ adlı kitaplar yazdılar. 1930 yılında Atatürk, manevi kızı Afet İnan’ın kadınların seçme ve seçilme hakkı konusunda konferanslar vermesini istedi. Afet İnan’ın Türk Ocağı’nda verdiği kadınların siyasal hakları konulu konferans, özellikle TBMM’de Belediye Kanunu’nun görüşüldüğü 3 Nisan 1930’a denk getirildi. İzleyen yakın süreçte Cumhuriyet Meclisi; 3 Nisan 1930’da kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkı tanıdı. Ardından 6 Ekim 1933’te kadınlara köy ihtiyar heyeti ve muhtar seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 5 Aralık 1934’te de kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanındı. Kadınlar bu haklarını ilk kez 8 Şubat 1935’teki milletvekili seçimlerinde kullandılar. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü, Meclis’te kadınlara seçme ve seçilme hakkının verildiği kanunun gerekçesini açıklarken “Türk Devrimi denilince bunun kadının kurtuluş devrimi olduğu beraber söylenecektir” şeklinde bir konuşma yaptı. Atatürk de Türk kadınının milletvekili seçme ve seçilme hakkını elde etmiş olmasından duyduğu memnuniyeti şöyle ifade edecekti: “Belediye seçimlerine katılarak siyasi yaşamda kendini deneyen Türk kadını, şimdi genel seçimlere katılırken hakların en önemlisini kullanmaktadır. Pek çok uygar ülkede kadınlara tanınmayan bu hak, bugün Türk kadınının elinde bulunmaktadır. O, bu hakkı yetki ve ehliyetle kullanacaktır.” Türkiye’de 1935 seçimlerinde 17 kadın milletvekili seçildi. İlk ara seçimde bir kadın milletvekili daha seçilince 1935’te TBMM’ye 18 kadın milletvekili girmiş oldu. Atatürk Türkiye’sinin kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı verdiği 1934’te dünyada birçok ülkede henüz kadınların hiçbir siyasal hakları yoktu. Siyasal haklara sahip olan Türk kadınları da bu uğurda çok uzun ve yıpratıcı mücadeleler vermişti. Kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi üzerine Türk Kadın Birliği, 7 Aralık 1934’te İstanbul’da büyük ve görkemli bir miting yaptı. Miting için gelen kadınlar arasında şehir meclisi üyelerinden Nakiye Elgün, Vali Muhiddin Üstündağ’ın eşi, Kadınlar Birliği Reisi Latife Bekir ve umumi kâtibi Aliye Esat dikkat çekiyordu. Mitingin konuşmacılardan şehir meclisi üyesi Nakiye Hanım, “Bugün bütün dünyaya karşı Türk evladını tertemiz ortaya çıkaran, Türk kadınına bütün haklarını veren ulu önderimiz Atatürk’e şükranlarımızı bildirir telgraflar çekeceğim, müsaade verir misiniz?” demiş ve bu sırada büyük bir alkış sesiyle yankılanan meydanda bandonun da katılımıyla 10. Yıl Marşı okunmuştu. Atatürk’ün Türk kadınına verdiği haklar dünya kadınlarının da dikkatini çekti. 12. Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi, 18-24 Nisan 1935’te İstanbul’da toplandı. O kongreye katılan Romanya temsilcisi Anoteulea. Cantacuzene şöyle demiştir: “Dünyada yeni bir dönem başlatan Atatürk, Türk kadınına verdiği haklarla anayı hak ettiği yüksekliğe eriştirdi. Atatürk’ün Batı’ya verdiği bu dersin unutulması mümkün değildir.