Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti, kendisini yıkmaya yönelik bütün saldırılara, bütün çabalara bu çabaların sonucu yaratılan toplumsal çürüme bakımından görülen belirgin belirtilerine karşın niçin yıkılamamıştır, hiç düşündünüz mü?..
Ben düşündüm ve şu kanaate vardım; “Mevcut iktidar da dahil olmak üzere, 1950’den sonra iktidar olan siyasal partilerin önemli bir bölümü Anayasamızda tanımlanan şekliyle Cumhuriyet düşüncesine, özellikle de Atatürk’ün demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti idealine her fırsatta ama kimi aileni kimi ise ürkek biçimde de hep karşı durmuşlar uygulamalarda yani icraatlarında Cumhuriyeti yıkma, yok etme çabalarını bir şekilde göstermişlerdir. Ancak Atatürk’e borçlu olduğumuz bu cumhuriyet düşüncesi, bu cumhuriyet ideali, bizlerin hem yüreklerimizde ve beyinlerimizde yaşadığı hem de tarih, insanlık ve bilim önünde daima hep haklı çıktığımız, göründüğümüz için, cumhuriyetimiz bugüne değin yıkılamamış, bundan sonraki süreçte de yürekten inanıyorum ki, YIKILAMAYACAKTIR!..
Bugünkü yazımda buraya kadar anlattıklarımdan çıkacak ‘ANA FİKİR’ bence şunlar olmalıdır; Birincisi, ‘Cumhuriyet rejimi bir düşüncedir!’ İkincisi, ‘Cumhuriyet rejimi bir idealdir!’ Üçüncüsü de ‘Cumhuriyet düşüncesi ve ideali, geçmişten bu yana yüreklerimizde yaşıyor, yani cumhuriyeti bizler kalbimizle sevmekteyiz. Cumhuriyet düşüncesi ve ideali, beyinlerimizde yaşıyor, yani onu aklımızla da savunuyoruz. O nedenle Cumhuriyet düşüncesini ve idealini geçmişten günümüze savunanlar, Tarih önünde hep ve daima haklıymış!’ Bu kadar değil elbette. O yüzden devam ediyorum; Cumhuriyet düşüncesini ve idealini savunanlar, ayrıca kanaatim odur ki, insanlığın evrim çizgisi açısından haklı ve doğrudurlar. Tüm bunlarla birlikte Cumhuriyet düşüncesini ve idealini bugüne değin savunagelenler, bilimsel düşünce bakımından da haklı ve doğrudurlar! Atatürk’ün Demokratik ve Laik Cumhuriyet düşünce ve ideali, daha da ayrıntılı olarak ‘Demokratik, Laik ve Sosyal Hukuk Devleti’ hedefi, kendiliğinden ortaya çıkmamış, insanlık tarihinin belli bir aşamasında, çok kan, ter ve gözyaşı dökülerek yaratılmış olan bir düşünce ve aynı zamanda idealdir. Arkasında, tarım döneminin toprak ağalarına, yani dönemlerinin asilzadelerine, beylerine, ayan ve eşrafına ve de din adamlarına kiliseye, cemaat ve tarikatlara dayalı olan, imparatorlukları, krallıkları, şahlıkları, padişahlıkları çökerten, değişim ve gelişimler yatmaktadır.
Asla unutulmamalı unutturulmamalı ve daima hatırlanmalıdır ki; Sanayi Devrimi’nin ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısı, tarım devriminin ekonomik, toplumsal ve siyasal yapısını çökertirken ve çökerttikten sonra, laiklik, cumhuriyet ve demokrasi fikirleri birlikte gelişmeye başlamıştır. İlk savaşım, yeni oluşan sermaye sınıfının toprak ağalarının ve din adamlarının egemenliğine karşı giriştikleri mücadele ile tarih sahnesine çıkmıştır. Amerikan ve Fransız Devrimleri; Sermaye sınıfının güçlenmesi sonunda oluşan milliyetçilik ve laiklik eğilimlerinin bir bakıma dışavurumlarıdır. Sermaye sınıfı kuvvetlendikçe, yani toprak ağalarının ve din adamlarının egemenliğine son verip kendi üretim biçimlerini egemen kıldıkça, o dönemdeki teknoloji dolayısıyla, işçi sınıfı da gelişmeye ve güçlenmeye başlamıştır. Böylelikle laiklik, cumhuriyet ve demokrasi düşünceleri, ancak işçi sınıfının güçlenmesi sonunda siyaset sahnesine yansımıştır! İşçi sınıfının gelişmesi ve güçlenmesi sonunda Fransa’da, 1830 ve 1848 ihtilalleri, ‘Paris Komünü’ İngiltere’de ‘Peterloo Katliamı’ gibi hareketler ortaya çıkmış, o dönemde Avrupa’da ‘Demokrasi’ Rusya’da ‘Bolşevizm’ yani bugünkü anlam ve tanımıyla komünizm, siyaset sahnesinde egemen olmaya başlamıştır. Birinci Dünya Savaşı nasıl ki, ‘Tarım Dönemi’ imparatorluklarına son verdiyse İkinci Dünya Savaşı da laikliğin, demokrasinin ve cumhuriyetin, hukuk devleti ve sosyal devlet anlayışıyla bütünleşmesine yol açmıştır. Bugünde dahil olmak üzere dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir zaman sermaye sınıfı tek başına demokratik bir rejim kurmamış, kuramamıştır. Laikliğin, demokrasinin ve cumhuriyetin tohumları, ancak işçi sınıfının güçlenmesi ve zorlamasıyla filizlenmiştir. Tüm bu ifade ettiklerimin kapsamında sonuç olarak şunu söyleyebiliriz. Türkiye’deki mevcut demokratik ve laik Cumhuriyetin 21. Yüzyılda, cumhuriyetin yüzüncü yılında bile, hala düşmanca saldırılara muhatap olmasının bence asıl nedeni: Sermaye ve işçi sınıfları tam olarak gelişmeden çok partili düzene erken geçilmiş olmasından ve de özellikle de sermaye ile işçi sınıflarının hala devam eden güçsüzlüklerinden ve bilinçsizliklerinden kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum..
Yorum yapın