Mutlaka denk gelmişliğimiz vardır. Sabahın erken saatinde işe giderken, gecenin bir yarısı sokakta yürürken gözünüze mutlaka çarpmıştır. Farkında bile olmadan sıradan bir durum gibi görüp tepkisiz ve umursamaz bir şekilde yanından geçip gitmişliğimizde vardır. Çöp karıştıran çocuklardan bahsediyorum. Ortaokul çağlarında minik boylarıyla, boyundan büyük işler yapan bizim çocuklarımızdan.

Yokluk ve sefalet içinde hayat süren ailesine bir nebze olsun katkı sağlamak için oyunundan, uykusundan, okulundan ve zamanından fedakarlık eden çocuklarımız. Kir pas içinden çöp konteynerlerinin içinde hurda, demir, Kağıt ve plastik toplayıp üç kuruşa hurdacıya satan tertemiz yürekli minik ellerden bahsediyorum.

Sabahın erken saatinde kalmayı severim “erken kalkan erken yol alır” ata sözünü kendime kural edindim. Büyükçekmece’de oturuyorum ofisim Mecidiyeköy’de, erken çıkınca İstanbul’un trafik çilesine katlanmak zorunda kalmıyorum. Ayrıca sabahın verdiği huzuru doyasıya yaşıyorum. İbrahim’le yollarımız ofise gitmek için yola koyulduğum bir günde sabahın beşinde kesişti.

Çöp konteynırının içinde girmiş bir çocuk çöpün içinden bulduğu şişe, karton, kova ne bulduysa dışarı saçıyor. Bir süre kendisini izledim. Minik elleriyle çöp konteynırının kenarlarından tutup kendisini zorla dışarı attı. Dışarı attığı atıkları ayaklarıyla ezerek demir çubuklara bağlanmış bez torbasından yapılmış el arabasının içine attı. Arabasının demir kollarından tutarak bir sonraki çöp konteynırına kadar koşar adımlarla yürüdü.

Yaklaştım yanına “adın ne senin” dedim. Korku dolu gözleriyle kısık bir sesle İbrahim dedi. Tam karşımızda pastane gözüme ilişti. “İbrahim arabanı şuraya bırak gel şu pastanede seninle kahvaltı yapalım” dedim. Başını aşağı yukarı tamam anlamında salladı. Pastaneye oturduk İbrahim’le sıcak çay börek çörek söyledik.

İbrahim’le sohbet ettikçe o çocuk devasa bir adama dönüştü gözümde. İbrahim 13 yaşında yedinci sınıfa gidiyor. Annesi ve kendinden küçük iki kardeşiyle birlikte yaşıyor. Bir gecekonduda kirada oturuyor. Babasını sekiz yaşındayken kaybetmiş. Annesi bir temizlik şirketinde on iki saat çalışıyor. İbrahim her gün sabahın dördünde sokaklara hurda toplamaya çıkıyor. Kardeşlerine hem ağabey hem de babalık yapıyor. Cebimde ne varsa eline tutuşturdum. Ertesi günü okul çıkışı aynı yerde buluşmak üzere İbrahim’le sözleştik.

Ertesi günü gelecek mi gelmeyecek mi kaygılarım vardı. Oturdum pastaneye bir kahve eşliğinde İbrahim’i beklemeye başladım. Okul üniformasıyla eski bir çanta sırtında İbrahim geldi. “Gel beni size götür” dedim. Kardeşlerini ve annesini tanımak Yardımcı olmak istedim. İbrahimle dar ve tozlu yollardan evine kadar gittik. Büyükçekmece’nin Tepecik semtinde Türkoba köyünde derme çatma bir gece kondu da oturuyordu. Mahcup ve çekingen tavırlarla annesi kapıyı açtı.

Uzun uzun konuştuk dertleştik. Hatırı sayılır dostlarımdan ve iş insanlarımızdan birkaç arkadaşımı aradım. Kaynaklıktan yardım alması için öncülük ettim. Binlerce cefa dolu annelerimizden bir tanesine Yardımcı olmanın iç huzurunu yaşadım. Şimdilik çocuklarının okul masrafı ve ev kirasına Yardımcı olmak için gönüllü dostlarım yardım ellerini uzattı.

Bu yaşanmışlığı neden yazıyorum? Şöyle bir bakın etrafınıza gönüllerine yüreklerine dokunacağınız binlerce çocuğumuz var. Belki sizlere de denk gelir. Lütfen onları hor görmeyin kalbine dokunulmuş her çocuk bizim için gelecektir. Dünya inanın bu şekilde çok daha güzelleşiyor. Bir çocuğu mutlu etmenin huzurunu sizlerde yaşayın.

Biz ne kadar elimizden geleni yapsak da onlar hayat yolculuğunda yine garibanlığı babasızlığın eksikliğini yaşayacaklardır. Cem Karaca tamirci çırağı şarkısında özetlemiş. “Çekti gitti arabayla egzozuna boğuldum

Gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum. Ustam geldi, sırtıma vurdu, unut dedi romanları. İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları.” Bir gün onların bir yerlere gelişini görmek hayatta başarılarıyla gururlanmak en büyük hayalimdir. Çocuklarımızın hayat yolculuklarında çorbada bir tuzumuz olduysa ne mutlu bizlere.

Sağlıcakla…

Damga gazetesinden alıntıdır.