Evet, gerçekten de çok zordur, vasatlık ve cehaletle mücadele etmek, edebilmek!..

Paçalarına kadar aptallık kokan popülizmin güdümünde cehalet dolu toplumlarda akademik ölçütlerle konuşmak, düşünce görüşler öne sürmek, bilgi birikiminizle önerilerde bulunmak, bilimsel dayanaklara yaslanarak düşünsel verilerle konuşmak, davranmak (ya da daha anlaşılır biçimde ifade edeyim) sahip olduğunuz bilgi ve kültürü açığa çıkarmak, onlara göre ise bilgiçlik taslamak, ukalalık yapmakla eşdeğerdir. O yüzden sizi hemen ‘TU KAKA’ ilan edip ortaya koyduğunuz fikirleri ‘ÖCÜ’ olarak algılayıverirler…

Çünkü; ‘Kifayetsiz muhterislerin egemenliğindeki toplumlarda yani bir başka deyişle bazı akademisyenlerin ‘MEDİOKRASİ’ diye tanımladıkları bir düzende elitler ve aydınlar düşman görülüp, sürekli horlanıp, vasatın yetersizlik çizgisine doğru çekilirler. O nedenle bu türden iklimlerin hüküm sürdüğü toplumlarda bataklıktan kurtulup, aydınlığa erişmenin yolu, popülizm ile kol kola girmiş olan vasatlığa ve cehalete savaş açmak ve sonuna kadar mücadele içinde olmak zorunludur. Vasatlıkla, popülizmle ve cehaletle onların dilini konuşarak savaşmak asla mümkün değildir. Onların yenilmesi ancak aklın ve dolayısıyla mantığın dilinin egemen olmasıyla mümkündür.’

Şimdi bu konuya nereden girdim ve bu sütunlarda anlatamaya başladıklarımın sebebini hemen açıklamak istiyorum; Geçenlerde bir yerde okudum; Cumhuriyet Halk Partisi 2019 Mart'ında yapılan yerel seçimlerinde uygulamaya koyduğu ama kısmen uygulanabildiği için o zaman istenilebilen ölçüde başarılı olamayan ancak geçen 2024 31 Mart yerel seçimlerinde ise ancak başarılı olduğu söylenebilen siyasal yöntem stratejisinde, hedefler ve öncelikli öneriler raporunda şu görüşü ilke olarak benimsemiş ve o zaman uygulamıştı; 'Entelektüel, akademik ve elitist (seçkinci) bariyeri aşıp, sağ partilere oy veren büyük kesimin dilini kullanmak..'

Hal böyle olunca da o zaman yani 2019’da karşımıza çıkan tablo veya ortaya çıkan sonuç büyük ölçüde şöyle olmuştur; Popülizm ve vasatlık bataklığında debelenen toplumlarda hödüklük gibi, aydın ve elit düşmanlığının, bulaşıcı olduğu ve sağın tekelini kırarak, genel toplumsal bir afet olarak solu da tehdit ettiğini görmemek için aptal olmak gerekiyor. Popülist sağın dilinde, aydınlanma, özgürlük, temel hak ve özgürlükler, laiklik gibi sol için vazgeçilmez olan kavramların karşılıkları yoktur ki sağın diliyle sol politika yapılabilsin. Türkiye’de 70 yılı aşkın bir süredir bu işleyen gerçek süreç, kendi yerinin sol, sosyal demokrat olduğunu söyleyen CHP’ye de her fırsatta anlatılmaya çalışılıyordu. Siyasal tarihimizi iyi bilenler veya benim gibi bilmeyenler ama araştıranların karşısına böyle yapılan bu işin o zamanlar yanlış olduğunu kanıtlanan belirgin örneklerle çıkmaktadır. Özellikle 1946'dan bu yana CHP’de muhafazakar sağ siyasetin dilini kullanma ve o siyasete uygun davranma hevesi tarihin tozlu yapraklarında yazılanlara bakıldığında ilk olarak 1947 Kurultayı’nda ortaya atılmıştır. O zaman ki CHP'deki bazı aklı evveller “muhalefettekiler, bizim dinsiz olduğumuzu söylüyorlar, hatta bize din düşmanı diyorlar. Bu suçlamalardan kendimizi kurtarmalıyız, bizim de en az onlar kadar dine saygılı olduğumuzu göstermeliyiz” düşüncesini yüksek sesle dillendirmiştir.  Dönemin hem cumhurbaşkanı hem de CHP genel başkanı olan İsmet İnönü dahil CHP'nin ileri gelenleri bu fikre sıcak bakmıştır. Siyasette muhafazakar sağın dilini ve temel stratejilerini kullanma ve uygulama merakı, hevesi izleyen süreç içerisinde ara sıra da olsa depreşmiş ve günümüze kadar sürüp gelmiştir. Bu türden düşüncelerin nasıl sonuçlar verdiğini ve getirdiğini tam 75 yıldır, son yapılan 31 Mart yerel seçimleri hariç hemen her seçimde gördük gözlemledik. Burada asla unutulmaması gereken husus aslında şudur; Siyasette temsil ettiğiniz düşünceyi savunmuyor, popülizmin esen rüzgarlarına kendinizi kaptırıyorsanız, belki kısa vadede olumlu sonuçlar alırsınız ama uzun vadede köklü ve kalıcı sonuçlar almanız asla mümkün olmaz. Bu gerçek bence 70 yılı aşkın bir süredir göz ardı ediliyor ve ben de bu işi şaşırıp kalmaya devam ediyorum ve son süreçte de sadece kendime kızıyorum, öfkeleniyorum. Çünkü benim inandığım şudur; SİYASETTE SAĞ SAĞDIR, SOL DA SOLDUR!’

AKP'nin ve Recep Tayyip Erdoğan'ın son 22 yılda (2023 genel, 2024 yerel seçimleri hariç) hemen her seçimde gösterdiği başarısının sırrı reel politikalar ve dolayısıyla söylemlerdi. AKP'nin ve Erdoğan'ın hem söylemlerinde hem de izlediği politikalarında hatta icraatlarında popülizm yok mudur, elbette vardır hem de fazlasıyla popülizmin daniskası vardır, dahası manipülasyon, ajitasyon denilebilecek söylem ve eylemlerde vardır ama reel olmak yani gerçek olmanın dışına çıkmak yoktur. Bu görüşümü bariz biçimde ortaya koyacak bir örnek vereyim; Adalet ve Kalkınma Partisi 2002'de iktidara geldiğinde o zaman Başbakan olamayan ama genel başkanlık koltuğunda oturan Recep Tayyip Erdoğan belki anımsayacaksınız bir vesileyle şöyle bir açıklamada bulunmuştu; "Biz milli görüş gömleğini çıkardık. Başörtüsü sorunu bizim için öncelikli bir sorun değildir. Ama bu sorun zaman içerisinde mutlaka çözülecektir…"

Erdoğan bu sözleri söyledikten sonra muhafazakarlıktan vaz mı geçti, namaz kılmayı mı bıraktı, eşi Emine hanımın ve kızlarının başını mı açtı elbette hayır!..

Recep Tayyip Erdoğan inandığı siyaset ekseninde muktedir oluncaya kadar kendi gerçeğini savunmaya, inançlarından vazgeçmeden yoluna devam etti. Sözün özü; Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, biri genel biri yerel son iki yılda yapılan seçimleri ayrı bir yere koyarsak, değerlendirme dışına alırsak eğer 22 yıldır reel yani gerçekçi olmaktan vazgeçmeden üstelik ters algılarla popülist rüzgarları da arkasına alarak bugünlere geldi, gelebildi. Buna karşılık CHP ne yaptı, neleri yapabildi, başarabildi?

1923'deki kuruluş felsefesini aynen devam ettirdi mi, 1960'larda İsmet İnönü döneminden başlayarak benimsediği ‘ortanın solu’ ilkesini günümüze değin taşıyabildi mi, 1970'lerde Bülent Ecevit'in patentiyle ortaya konulan ve parti programına sokulan ‘DEMOKRATİK SOL’ diye tanımlanabilen kavramlara ne kadar sahip çıkılabildi, 1980'ler de ağırlıklı söylem olarak adeta simgesel hale gelen SOSYAL DEMOKRAT’ ilkeleri günümüze kadar geçen süreçte ne denli yaşatılabildi, koruyabildi?..

Yukarıda yönelttiğim soruların tümüne ‘HAYIR’ yanıtı verdiğinizi duyar gibiyim. Yoksa yanılıyor muyum?..