DOBRA DOBRA

Geçenlerde yaklaşık 30 yılı aşkın bir süredir tanıdığım arkadaşımla gerçekleştirdiğimiz kısa ve samimi
sohbet esnasında laf döndü dolaştı, benim bu sütunlarda yazdıklarıma geldi. O dostum yazılarımı
çoğu kez karamsar, canı sıkkın bir ruh haliyle kaleme aldığımı düşündüğünü söyledi. Kısmen de olsa
haksız sayılmaz. Ama ‘bugünlerde açıkçası siyasetçilerin dahi benim kadar siyasete kafa yormadığı
bir ortamda’ benim çoğunlukla siyaset üzerine yazı yazmak zorunda kalmam gerçekten çok canımı
sıkmakta hatta bazen ruhumu daraltmaktadır. Psikolojik olarak bakıldığında ‘can sıkıntısı, ruh
daralması nedir?’ diye düşünüldüğünde aklımıza neler gelir veya gelmelidir?
CAN SIKINTISI; Çoğumuzu, hayattan bezdiren, oflaya puflaya durmadan şikayet ettiren renksiz, tatsız
tuzsuz, hatta ve hatta cansız, durağan olma halidir. O nedenle tarifi zordur, sadece yaşanır.  Bu hali
yaşayanlar bulundukları durumu, çeşitli metaforlar kullanarak ifade etmeye çalışırlar..
Örneğin; ‘Canım sıkıldığında  kendimi, ince şeffaf ve çok esnek, lastik bir zar  içine hapsolmuş gibi
hissederim.’ diyebilirler. Lastik esneyip durur ama ne yaparsak yapayım  bir türlü delinmez. Lastik zar,
 çıkışa asla izin vermez. Elbette insanın ruh haline göre bu metaforlar da değişkenlik gösterebilir.
‘Sizin metaforlarınız nelerdir, içinde bulunduğunuz can sıkıntısını nasıl ifade edebilirsiniz?’ Bazen
kendimizi içinde bulduğumuz, bu boğucu durumun altında, incelenmesi gereken oldukça önemli
unsurların olduğunu düşünüyorum. Psikolojide sıkça tekrarlanan can sıkıntısı, bir bakıma ‘depresyon
alarmı’ olarak da tanımlanabilir. Genellikle can sıkıntılarımızın sebebini bilmeyiz. Sebebi
sorulduğunda ise sadece halimizi tarif edebiliriz. Oysa bu ruh daralmasının çok önemli sebepleri
vardır. Hiçbir olgu sebepsiz meydana gelmez. En önemli sebep de belirsizlik ve kaygı halidir.
Zihnimizde, belirsiz ve beklemede olan düşünceler daima sıkıntı yaratır.
Örneğin; Bilinçli olarak sonuç beklemesek bile bilinçaltımızı meşgul ederek, günlük yaşamda sebepsiz
durgunluklara neden olur. Yapmak istediğimiz, fakat bir türlü karşılayamadığımız arzularımız birikerek
ruhumuzda tıkanıklık yaratır. Bu durum tıpkı, benzin içinde tortulaşmış pisliklerin, motoru tıkayıp
çalışmasını engelleyerek,  stop etmesi gibidir. Ruh ve beden arasındaki enerji alışverişinin kalitesi
düşer. Canı sıkılan insan çok derin nefes alma ihtiyacı duyar. Çünkü yeteri kadar oksijen alışı olmaz.
Garip bir yorgunluk ve  iç organlarında yanma hissi duyar, başı ve gözleri ağırlaşır. Bu halsizlik ve
yorgunluk hali, süreklilik kazanırsa sosyal yaşamımızı olumsuz yönde etkileyerek, uyuşuk bir yaşam
döngüsünün içine çekilebiliriz. Bu durum,  kendini güvende hissetmeme, dolayısıyla kaygıyı doğurur.
Kaygı ise olumsuz beklentinin, en acı ve içinden çıkılmaz halidir. Beklemek, hele de olumsuzu
beklemek, can sıkıntısının en temel nedenlerindendir. O nedenle güvensizlik içindeki halimiz kaygıyı,
kaygı da bazı ihtiyaçlarımızı gündeme getirir. Para başta olmak üzere, sevme, sevilme, saygı ve kabul
görme, başarılı olma gibi ihtiyaçlar içimizi sarıp sarmalar. Bu ihtiyaçların artması ve karşılanması
arasındaki ters orantı, can sıkıntısını doğumuna neden olur, yani tetikler. Yapmak istediklerimizi
hayata geçirememek bizi bu noktaya taşımış olur.  O halde ‘yapmak istediklerimizi neden
yapamadık?’ diye düşünürsek yanıt şu olabilir; ‘Çünkü hedeflerimiz yoktur da o yüzden!.’
Hayattan zevk almayan insanların çoğu, hedefi olmayan, serseri mayın gibi oradan oraya savrulan
tiplerdir. O zaman şöyle diyebiliriz; ‘Hedefsizlik, belirsizliği;  Belirsizlik, güvensizliği; Güvensizlik,
kaygıyı;  Kaygı da can sıkıntısını meydana getiriyor.’ Buraya kadar tamam ama peki ‘sevdiği işi
yapan, hedefine ulaşmış, maddi ihtiyaçlarını karşılamış, doymuş insanların canı sıkılmaz mı?’ Bence
en çok onların canı sıkılır. Neden mi? Hedefine ulaşmış olmakla da tam mutluluğu yakalayamadığını
fark eder. Bedenin ihtiyaçları layıkıyla karşılanmaktadır. Parası vardır, bundan dolayı saygı ve sevgi de
görüyordur.  Ancak yine de yaşamındaki ‘boşluk hissi’ yüzünden canı sıkılıyordur. Peki, can nedir?
Bedenimizdeki yaşam belirtisidir. Peki ya cansızlık nedir? Yaşamın, yani hayatın sona erme halidir,
 diyebiliriz. Öyleyse can yaşamdır, sıkıntı ise daralmadır. Can sıkıntısı; ‘Yaşamı dar bulma ve
sığamama diyebilir miyiz?’ Yani ‘canımızın beden kabına sığamaması, taşma ve genişleme
arzusunda olma hali’ şeklinde tanımlayabiliriz. Yani ‘can bedeni, an ise ruhu temsil eder.’ Çünkü ruh
bedene hapsolmuştur. Ruh ve beden birlikteliği ise,  yaşamı meydana getirir. Bilsek de, bilmesek de
can bedende kıpırdayarak hakikatini yani özünü ortaya çıkarmak için dur durak bilmez.  Canın bu

sıkıntısı, beden kaydından kurtulmak ve görünmek arzusudur. Dünyada bulunma sebebimizi, bize
hatırlatmaktadır. Can hiç bir şeyle eylenmez! ‘Eylenmek’ ise oyalanma anlamına gelir. Sadece
amacından, hedefinden uzak olanlar oyalanırlar. Oyalandıkça da hedefinden daha da uzaklaşırlar. Can
sıkıntısı bizi bize döndürüp, özümüzü fark etmemizi sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Sonuç
olarak; ‘Can sıkıntımızı takip ederek, dünya labirentinden yolumuzu bulup çıkabiliriz.’ O zaman,
‘benim gibi canı sıkılan ruhu daralan dostlarımıza kolay gelsin’ diyorum. Başka ne diyeyim yahu!.