Geçenlerde yaklaşık 34 yılı aşkın bir süredir tanıdığım arkadaşımla gerçekleştirdiğimiz kısa ve samimi sohbet esnasında laf döndü dolaştı, benim bu sütunlarda yazdıklarıma geldi. O dostum yazılarımı çoğu kez ‘karamsar, canı sıkkın bir ruh haliyle’ kaleme aldığımı düşündüğünü söyledi. Kısmen de olsa haksız sayılmaz. Ama ‘bugünlerde açıkçası siyasetçilerin dahi benim kadar siyasete gerçekten kafa yormadığı bir ortamda’ benim çoğunlukla siyaset üzerine yazı yazmak zorunda kalmam açıkçası gerçekten de çok canımı sıkmakta hatta bazen ruhumu daraltmaktadır…

Bunun üzerine bende düşünmeye ve hemen ardından sormaya sorgulamaya başladım;

Psikolojik olarak bakıldığında ‘can sıkıntısı, ruh daralması nedir?’ diye düşünüldüğünde aklımıza neler gelir veya gelmelidir?.. 

CAN SIKINTISI; Çoğumuzu, hayattan bezdiren, oflaya puflaya durmadan şikayet ettiren renksiz, tatsız tuzsuz, hatta ve hatta cansız, durağan olma halidir. O nedenle tarifi zordur, sadece yaşanır. Bu hali yaşayanlar bulundukları durumu, çeşitli metaforlar kullanarak ifade etmeye çalışırlar…

Örneğin; ‘Canım sıkıldığında kendimi, ince şeffaf ve çok esnek, lastik ince lastik bir zar içine hapsolmuş gibi hissederim.’ diyebilirler. Lastik esneyip durur ama ne yaparsak yapayım bir türlü delinmez. Lastik zar; çıkışa asla izin vermez. Elbette insanın ruh haline göre bu metaforlar da değişkenlik gösterebilir. ‘Sizin metaforlarınız nelerdir, içinde bulunduğunuz can sıkıntısını nasıl ifade edebilirsiniz?’  Bazen kendimizi içinde bulduğumuz, bu boğucu durumun altında, incelenmesi gereken oldukça önemli unsurların olduğunu düşünüyorum. Psikolojide sıkça tekrarlanan can sıkıntısı, bir bakıma ‘depresyon alarmı’ olarak da tanımlanabilir. Genellikle can sıkıntılarımızın sebebini bilmeyiz. Sebebi sorulduğunda ise sadece halimizi tarif edebiliriz. Oysa bu ruh daralmasının çok önemli sebepleri vardır. Hiçbir olgu sebepsiz meydana gelmez. En önemli sebep de belirsizlik ve kaygı halidir. Zihnimizde, belirsiz ve beklemede olan düşünceler daima sıkıntı yaratır.

Örneğin; Bilinçli olarak sonuç beklemesek bile bilinçaltımızı meşgul ederek, günlük yaşamda sebepsiz durgunluklara neden olur. Yapmak istediğimiz, fakat bir türlü karşılayamadığımız arzularımız birikerek ruhumuzda tıkanıklık yaratır. Bu durum tıpkı, benzin içinde tortulaşmış pisliklerin, motoru tıkayıp çalışmasını engelleyerek, stop etmesi gibidir. Ruh ve beden arasındaki enerji alışverişinin kalitesi düşer. Canı sıkılan insan çok derin nefes alma ihtiyacı duyar. Çünkü yeteri kadar oksijen alışı olmaz. Garip bir yorgunluk ve iç organlarında yanma hissi duyar, başı ve gözleri ağırlaşır. Bu halsizlik ve yorgunluk hali, süreklilik kazanırsa sosyal yaşamımızı olumsuz yönde etkileyerek, uyuşuk bir yaşam döngüsünün içine çekilebiliriz. Bu durum, kendini güvende hissetmeme, dolayısıyla kaygıyı doğurur. Kaygı ise olumsuz beklentinin, en acı ve içinden çıkılmaz halidir. Beklemek, hele de olumsuzu beklemek, can sıkıntısının en temel nedenlerindendir. O nedenle güvensizlik içindeki halimiz kaygıyı, kaygı da bazı ihtiyaçlarımızı gündeme getirir. Para başta olmak üzere, sevme, sevilme, saygı ve kabul görme, başarılı olma gibi ihtiyaçlar içimizi sarıp sarmalar. Bu ihtiyaçların artması ve karşılanması arasındaki ters orantı, can sıkıntısını doğumuna neden olur, yani tetikler. Yapmak istediklerimizi hayata geçirememek bizi bu noktaya taşımış olur. O halde ‘yapmak istediklerimizi neden yapamadık?’ diye düşünürsek yanıt şu olabilir; ‘Çünkü hedeflerimiz yoktur da o yüzden!..’

Hayattan zevk almayan insanların çoğu, hedefi olmayan, serseri mayın gibi oradan oraya savrulan tiplerdir. O zaman şöyle diyebiliriz; ‘Hedefsizlik, belirsizliği; Belirsizlik, güvensizliği; Güvensizlik, kaygıyı; Kaygı da can sıkıntısını meydana getiriyor.’ Buraya kadar tamam ama peki ‘sevdiği işi yapan, hedefine ulaşmış, maddi ihtiyaçlarını karşılamış, doymuş insanların canı sıkılmaz mı?’ Bence en çok onların canı sıkılır.

Neden mi?..

Çünkü hedefine ulaşmış olmakla da tam mutluluğu yakalayamadığını fark eder. Bedenin ihtiyaçları layıkıyla karşılanmaktadır. Parası vardır, bundan dolayı saygı ve sevgi de görüyordur. Ancak yine de yaşamındaki ‘boşluk hissi’ yüzünden canı sıkılıyordur. Peki, can nedir? Bedenimizdeki yaşam belirtisidir.

Peki ya cansızlık nedir?

Bu sorununda yanıtını; ‘yaşamın, yani hayatın sona erme halidir’ şeklinde verebiliriz. Öyleyse can yaşamdır, sıkıntı ise daralmadır. Can sıkıntısı; ‘Yaşamı dar bulma ve sığamama diyebilir miyiz?’ Yani ‘canımızın beden kabına sığamaması, taşma ve genişleme arzusunda olma hali’ şeklinde tanımlayabiliriz…

Demem o ki; ‘can bedeni, an ise ruhu temsil eder.’ Çünkü ruh bedene hapsolmuştur. Ruh ve beden birlikteliği ise, yaşamı meydana getirir. Bilsek de bilmesek de can bedende kıpırdayarak hakikatini yani özünü ortaya çıkarmak için dur durak bilmez. Canın bu sıkıntısı, beden kaydından kurtulmak ve görünmek arzusudur. Dünyada bulunma sebebimizi, bize hatırlatmaktadır. Can hiçbir şeyle eylenmez! Dikkat ederseniz ‘eğlenmek’ değil, ‘eylenmek’ sözcüğünü kullanıyorum. Çünkü ‘eğlenmek’ ile ‘eylenmek’ farklı ve başka şeyleri ifade eder. ‘Eylenmek’ oyalanma anlamına gelir. Sadece amacından, hedefinden uzak olanlar oyalanırlar. ‘Oyalandıkça’ da hedefinden daha da fazla uzaklaşırlar. Can sıkıntısı bizi bize döndürüp, özümüzü fark etmemizi sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Sonuç olarak; ‘Can sıkıntımızı takip ederek, dünya labirentinden yolumuzu bulup çıkabiliriz.’ O zaman, ‘benim gibi canı sıkılan ruhu daralan dostlarımıza kolay gelsin’ diyorum.

Başka ne diyeyim yahu!..