Bu yılın başında yani 2025 yılının başında henüz ocak ayı başlarında geride bıraktığımız '2024 yılının ödemeler dengesi verileri' açıklandığında ortaya tabloya bakıp biraz da kendimce araştırmalar yaptım. Çeşitli iktisadi ve istatiksel verilerin yer aldığı kaynaklardan yararlandım ve ileriye dönük şöyle bir kanaate vardım; 2025 yılının Ekim veya Kasım’ında eğer erken bir genel seçim kararı alınırsa (ki ben öyle bir seçim kararı alınabileceğini hiç zannetmiyorum) bunun en büyük nedeni ve gerekçesi büyüdükçe büyüyen cari açık ve sürdürülebilir denilen ekonominin artık sürdürülemez ve taşınamaz hale gelmesi olacaktır!..

Üniversite yıllarında ekonomi tahsili yapmış olmamın da etkisi ve ömrümün 37 yılımın ‘GAZETECİLİK’ mesleğini ifa ederek geçmesi sebebiyle böyle bir öngörüde bulunmaya kendimi ‘YETKİN’ buluyorum. Bu kısa ama zorunlu açıklamada bulunduktan sonra böyle bir kanıya nasıl vardığımı ve 2026'nın en erken Mayıs veya Haziran’ında da en geç ise 2026’nın Ekim veya Kasım ayında erken seçim yapılabileceğine dair öngöre de nasıl bulunduğumu iktisadi veriler eşliğinde gazeteci gözüyle kendimce anlatmak istiyorum.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor;

“Sadece bizde değil dünya üzerindeki az gelişmiş, henüz kalkınmasını tamamlayamamış ülkelerde yaşanan tüm ekonomik krizlerde hemen hemen aynı şey olur, gerçekleşir. Ne mi olur? Hemen söyleyeyim; milyonlarca yoksul, çaresiz biçimde havlu atmak zorunda kalır. Yaşanan ekonomik krizin bedelini yoksul, dar ve sabit gelirli kitleler öderken, hızla daha da yoksullaşmış gelirinin önemli bir bölümünü kaybetmiş milyonlar gittikçe ağırlaşan borç yükünü taşıyamaz hale gelir böylelikle. Mahkemelerde icra dosyaları hızla artar, batan krediler kontrol edilemez duruma gelir. İflaslar, konkordatolar artar ve çoğalır. Küçük esnaf çaresiz kepenk indirir. Milyonlarca dar ve sabit gelirli ağır borç yükünün altında kalır, ezilir. Dolayısıyla ülkemizde ne zaman bir ekonomik kriz yaşansa hemen kemer sıkma politikalarının doğal sonucu olarak ağır biçimde borca batan milyonlar, çaresizce sistem kurbanı iflasa sürüklenen şirketler ortaya çıkar. Öngörüm ve kanaatim odur ki; maalesef bugünler adım adım, kimilerine göre tam gaz oraya doğru gidiyoruz. Ağırlaşan borç krizi adeta bir çığ gibi büyümektedir. Deyim yerindeyse özelikle son bir, bir buçuk yıldır bir şekilde ayakta kalmayı bir şekilde başarabilen ağır biçimdeki ticari borçluların artık atacak bir atımlık dahi barutu kalmamış durumdadır. Bankalara borçlu olanlara karşı icra davaları peşin sıra açılmaktadır. Öte yandan zaten ödenemeyen dolayısıyla artan kredi kartı borçları çoktan patlamış, vatandaşların banka hesapları eksi bakiyelere düşmüştür düşeceği kadar!..

Ülkemizde özellikle son birkaç yıldır ağır biçimde geçim derdine düşen, iki yakası bir türlü bir araya gelmeyen 12 milyonu aşan işsiz, 16 milyonu aşan emekli, milyonlarca asgari ücretlinin evinde tencere nasıl kaynayacağını kim düşünecektir acaba?..

İnanın bu denli ağır bir ekonomik kriz karşısında çaresiz kalmak, muhtaç hale gelmek kadar daha ağır gelecek bir travma şekli yoktur!..

Bu ülke insanlarının büyük çoğunluğu onlarca yıl güçlükle de olsa kıt kanat biçimde kendi ayaklarının üzerinde dik durabilmek amacıyla durmadan çalışıp çabalamasının ardından ya işini kaybettiği için ya da gelirleri giderlerine karşılayamaz hale geldiği için çok ağır biçimde borç batağının içine sürüklenmiş durumdadır. Üstelik bu yaşadığımız söz konusu ekonomik krizleri, bugün bu ağır borç yükü altında kalanlar yaratmamıştır. Ancak sözünü ettiğim milyonlarca kitle bu sözünü ettiğim krizin bedelini çok ağır biçimde ödemektedir. Dahası görünen odur ki çok yakın gelecekte bedellerini çok ağır biçimde ödedikleri o krizlerin bu kez de kefaretini ödemek zorunda kalacaklardır ne yazık ki!..

İşte tüm bu neden ve gerekçelerden ötürü yazımın başından beri ifade etmeye çalıştığım, ülke ekonomisinde ağırlığını epeyce hissettiren bu iktisadi anlamdaki ekonomik krizlerin yol açtığı iktisadi sıkışma ve dolayısıyla uygulanan ekonomik sıkılaştırma politikalarının doğal bir sonucu olarak ihtiyacı olan zamanı  doldurmadan kısmi de olsa iyileştirme sağlanmadan, Türkiye siyasetinin kendini her şeye muktedir gören siyasi iktidar cenahı yani bizleri yönetenler; 2025 yılında yani bu yıl içerisinde bir erken seçime muhalefet tarafından ne kadar zorlanırsa zorlansın  o kararı aldırmaz, aldıramaz, aldırmak istemez!..

 Elbette erken seçim kararı almada ekonomik etkenlerin yanı sıra iç ve dış politik etken, sebep ve gerekçelerde göz önünde bulundurulacaktır. Dilimin döndüğünce aklımın, dolayısıyla bilgimin yettiğince; ‘sakın ola ki bu sene erken seçim beklemeyin, hatta sürpriz bir baskın seçim dahi beklemeyin!’ demek istiyorum, sizin anlayacağınız!..