BU İKTİDAR DÜRÜST SEÇİM YAPABİLİR Mİ?
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Gezi davasıyla ilgili kararı herkesin tüylerini diken diken ederek dehşete düşürdü. Hukuk çevreleri kararın hukuksal olmayıp siyasal olduğu görüşünde birleştiler. AKP yöneticilerinin birkaç kez kamuoyu önünde suçlu ilan ettikleri Osman Kavala’nın, geçmişte AKP’den aday olmuş bir hakimin verdiği kararla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması, kararın siyasal olduğunun en büyük kanıtı olarak kabul edildi. Kararı kimi AKP’lilerin dahi içlerine sindiremedikleri görüldü. Üçe iki oyçokluğuyla alınan karara muhalif kalan yargıç ise muhalefet şerhinin gerekçesinde şöyle diyordu: “Dosya içeriğinde dinleme kayıtlarından başka delil bulunmadığı, ilk dinleme kararının 18.06.2013 tarihinde TCK’nin 220. maddesinde düzenlenen ‘suç işlemek amacıyla örgüt kurmak’ suçuna ilişkin dosyadaki tüm dinleme kayıtlarının02.12.2014 tarihinden önce olduğu, bu haliyle dinleme kayıtlarının kanuna ve hukuka aykırı delil niteliğinde bulundukları, CMK 206/2-a.217/2.30/1-b maddeleri kayıtlarının yasak delil mahiyetinde olduğu, sanıkların kanuna aykırı dinleme kayıtlarına karşı beyanları da yasak delile dayandığından hükme esas alınamayacağı, aksi kabul edilse dahi dinleme kayıtlarını destekleyen somut kanıtlar olmadığı ve tek başına dinleme kayıtlarının, sanıkların üzerlerine atılı suçlardan mahkûmiyetlerine yeter olmadığı anlaşılmış olup, sanıkların üzerlerine atılı suçlardan cezalandırılmalarına yeter, her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı başkaca delil de bulunmadığından, tutuklu sanık Osman Kavala’nın tahliyesi ve diğer sanıkların tutuklanmaması gerektiği görüşündeyim.” Gerçekten de Osman Kavala hakkında ömür boyu hapis cezası veren aynı mahkemenin aynı fiil için aynı delillere dayanarak varılan iki hükmündeki çelişki, kararın inandırıcılığı açısından tüyler ürperticidir.
Türkiye’de, tek adamın iradesine sıkı sıkıya bağımlı yürütmenin keyfi kararlarına hukuksal kılıf hazırlama organı olan yargının hali malum olduğundan, karar üzerinde daha da fazla tartışmanın bir gereği yoktur. Yalnız yaklaşan seçimleri de göz önünde bulundurunca şu soru gündeme geliyor: ‘Yargısı bu durumda olan bir düzen, o düzenin yaratıcısı ve uygulayıcısı bu iktidar dürüst ve serbest seçimler yapabilir mi?’ Öyle ya! Bir seçimin dürüst olmasının önkoşulu olan sandık güvenliğinin bağımsız yargı denetiminde, iktidarın baskı ve zorlamalarından uzak ve ayrık olmasına bağlıdır. Bağımsız yargı kavramını duyduğunda bile kendinden geçen AKP, bu gerçeği sürekli yadsımaktadır. Yakın geçmişteki halkoylamalarında ve de seçimlerde sıkı sıkıya AKP denetiminde olan Yüksek Seçim Kurulu’nun aldığı kimi kararlar, gelecek seçimle ilgili kaygıları artırıcı niteliktedir. Örneğin, 2017’deki Anayasa referandumu sırasında, oylama devam ederken kural değiştirilmiş ve mühürsüz oy pusulaları geçerli kabul edilerek milli irade tahrifata uğramış, delik deşik edilmiştir. Bitmedi dahası da vardır; 2019’da İstanbul yerel seçimleri sırasında bir sandıktan çıkan kimi oylar yani AKP’ye gidenleri kast ediyorum, geçerli sayılırken kimi oylar da, yani Ekrem İmamoğlu’na gidenler de hileli kabul edilmiştir. Bu seçimlerde de bu kuruluşların yani YSK gibi kuruluşların eğilimlerinin değişmesini beklemek hayal olur dersek yalan mı söylemiş oluruz!..
O yüzdendir ki muhalefetin son İstanbul yerel seçimlerinde olduğu gibi, sandık güvenliğini herkese karşı savunacak bir örgütlenmeyi gerçekleştirmesi gerekmektedir. Gittikçe her alanda kontrolü elinden kaçırmakta olan mevcut AKP iktidarına karşı bağımsız kurumların bayrak açmasını beklemek gerçekçi olmasa da bu alanda iktidarı zaman zaman güç durumda bırakacak özgür ve bağımsız ve de elbette dürüstlük odaklı davranışların artmasına da tanık olmak elbette mümkün olabilir.
Yorum yapın