Daha önce bu sütunlarda yayımlanan yazılarımda yazdım anlattım ‘ama zaruret hasıl oldu’ bir kez daha haykırarak yazıyorum sizlere; şu an itibarıyla samimiyetle itiraf ve ifade ediyorum ki; bu yazımın benzerlerinin son on bir, on iki yıl içerisinde daha önce iki, üç kez yayımlandığı gazetelerle ve şimdiki Birlik gazetesinin sahipleriyle yöneticisi konumundaki genç arkadaşlarımın bir şey dediğinden, yazdıklarımı kısıtladıklarından veya düpedüz baskıyla sansür uyguladıklarından kesinlikle değil ama…

Sizler yine de kusura bakmayın, ben 2011’den beri yazılarımın yayımlandığı tüm gazetelerin sağladığı kısıtlı da özgürlüğe rağmen yine de her şeyi açıkça yazamıyor, anlatamıyorum…

Çünkü sosyal, siyasal iklim ve ortam müsait değildir. Bunun adı aslında bir çeşit psikolojik anlamda oto sansürdür…

Açıkçası benim bu ahval ve şerait (ortam ve koşullar) altında tüm çıplaklığı ve berraklığıyla her şeyi yazıp anlamaya ne terbiyem ne vicdanım ne insafım ne de şu an ki ekonomik, sosyal ve mesleki pozisyonum müsait gibi görünmektedir. Dahası devir ‘Donkişot gibi’ Yel Değirmenleriyle savaşacak bir devir de hiç değildir!..

Birilerine ve kimilerine göre ise bu devir; gerçek olan her şeye gözlerini kapatıp her şeye ‘olur’ diyecek, zalimlere sadakatle başını öne eğecek, mağdur edilmiş mazlumlar gibi ‘uysal koyun’ rolü oynadığında karşılığını belki fazlasıyla alacakmış beklentisiyle sürekli yutkunan, hiç konuşmayan, yazmayan, en önemlisi hiç düşünmeyen, etrafında olan biten en ufak bir negatif hali dahi sorgulamayan, tüm bunların karşılığında ‘ot gibi’ yaşayıp ödüllendirileceğini ve dolayısıyla küpünü dolduracağını zanneden gafillerin devridir!..

Ama ben gayet iyi biliyorum ki; ben bu devrin adamı değilim!..

O nedenle işimi sınırlı sorumlu ama olabildiğince sorunsuz ve kazasız, belasız biçimde kıssadan hisse kapılacak çeşitleme ve örneklemelerle gayet dolaylı ve dolambaçlı şekilde meramımı anlatmaya çalışarak sürdürmeye çalışıyor, bir tür cebelleşerek gayret ediyor, çabalıyorum…

Adım Hıdır değil ama elimden gelen budur, bu kadarına gücüm yetmektedir, elim, yüreğim elvermese de, mecalim bu kadarına erebilmektedir!. 

Peki, ‘kıssadan hisse nasıl kapılır, benim gibiler meramını nasıl anlatır?’  Diye soracak olursanız. Şimdi anlatmaya başlayacağım fıkra ve kısa öykülerden kıssadan hisse nasıl kapılırmış, belki hemen anlayacak, bir şeyleri idrak edeceksiniz, diye düşünüyorum.

İlk fıkramızın adı, Kuş, İnek ve Kedi! fıkrası…

“Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. Hava o kadar soğukmuş ki, minik kuş dayanamayıp karların üstüne düşüvermiş. Çaresiz biçimde, dondurucu karların üstünde ölümü beklemeye başlamış. Bir süre sonra oradan geçen bir inek, geçerken kuşun üzerine pislemiş. Kuş öyle sinirlenmiş ki; kanatları donmuş olmasa, kalkıp ineğe saldıracakmış! Ancak kuş birden fark etmiş ki, üzerini örten pisliğin sıcaklığı ile kanatlarındaki buzun çözülmesine vesile olmuş. Ve yaşama geri dönmüş. Kuş yaşama dönmenin sevinciyle neşe içinde şakımaya başlamış. Yalnız öyle sesli ötüyormuş ki, sesi uzaklardan geçen, günlerce aç kalmış bir kedinin kulağına kadar gitmiş. Kedi pisliği eşeleyerek kuşu çıkarmış. Kuş pislikten kurtulduğuna çok sevinmiş. Tam kediye teşekkür edecekmiş ki, kedi onu yiyivermiş!..”

Bu fıkradan daha doğrusu kısa öyküden çıkarılabilecek derse yani kıssadan kapılacak hisseye gelecek olursak; Üstünüze her pislik atanı asla düşman sanmayın! Sizi pislikten çıkaranı hemen dostunuz zannetmeyin! En önemlisi ise pisliğin içinde olmanıza rağmen eğer mutluysanız kesinlikle sesinizi çıkarmayın!..

Sırada kıssadan hisse kapılacak bir kısa öykümüz var, adı; 4. Murat’a sırtını keseleten adam!

4. Murat zamanında Habib Baba adında pek bilinmeyen bir adam yaşarmış. Habib Baba yaşlı, fakir, gariban bir insanmış. Bir gün uzun bir kervan yolculuğunun sonunda İstanbul'a gelmiş. Yolculuğunun tozunu, yorgunluğunu atmak için hamama gitmiş. Niyeti, şöyle iyice bir keselenip, paklanmak, bedeninin temizliğini de ruhunun temizliğine denk kılmakmış. Fakat gelin görün ki gittiği hamamı o gün 4. Murat'ın vezirleri kapatmışlar. Hamamcı Habib Baba’yı içeri sokmak istememiş. ‘Bugün’ demiş, ‘4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam. ’Habib Baba üzülmüş. Rica, minnet içinde Israr etmeye başlamış. ‘Ne olursun’ demiş, ‘kimseye varlığımı belli etmem, aceleyle yıkanır, çıkarım.’ Hamamcı da insaflı davranmış, dayanamamış, hamamın en sonundaki odayı göstererek; ‘Baba şu odada hızla yıkanıp çık. Para da istemem. Yeter ki, vezirler, senin farkına varmasınlar!’ demiş. Habib Baba sevinerek kendine gösterilen odaya girmiş, yıkanmaya başlamış. Az vakit sonra yoksul görünümlü bir müşteri daha hamamcının karşısında dikilivermiş. Boylu poslu, genç, yakışıklı biriymiş bu kez gelen. Bu kişi tebdil-i kıyafet yani kılık değiştirmiş, 4. Murat'mış. O gün vezirlerinin topluca hamamda olacaklarından haberi olduğundan, ‘Vezirlerinin kendi başlarına nasıl eğlendiğini, eğlenirken arkasından söz söyleyip söylemediklerini’ merak etmiş. Hamamcı padişahı tanımadığından, bu yoksul gence de Habib Baba’ya söylediğinin aynısını söylemiş. ‘Bugün 4. Murat'ın vezirleri hamamı kapattılar. Dışarıdan müşteri alamam.’ Padişah da ısrar etmiş. ‘Ne olursun hamamcı, kirli bedenimle aylardır dolaşıyorum!’ Hamamcı ısrara yine dayanamamış, Habib Baba’nın yıkanmakta olduğu odayı göstererek, genç padişahın kulağına fısıldamış; ‘Şu odada bir ihtiyar yıkanıyor. Sen de sar peştamalı beline, o odaya gir. Beraber sessizce yıkanın, bir an önce de çıkın! Aman gözünüzü seveyim, vezirlerin sizden haberi olmasın.’ 4. Murat beline peştamalı sarıp Habib Baba’nın bulunduğu odaya girmiş. Usulca selam verdikten sonra yıkanmaya başlamış. Bu arada, hamamın büyük salonundan gelen şarkı, türkü sesleri ortalığı inletiyormuş. Habib Baba'nın gözü, genç hamam arkadaşının sırtına takılmış. Gencin sırtı pek bir kirli gibi görünmüş gözüne. Habib Baba, o kişinin ‘tebdil-i kıyafet padişah olduğundan’ habersiz sormuş; ‘Evladım sırtın pek bir kirlenmiş. Müsaade edersen bir keseleyivereyim.’ Padişah aldığı bu teklif karşısında çok şaşırmış ama hoşuna gitmiş. Çünkü ömründe ilk kez biri ona padişah olduğunu bilmeden, sırf bir insan olduğu için ve karşılık beklemeksizin bir iyilik yapmayı teklif etmekteymiş. Memnuniyetle Habib Baba'nın yanına yanaşan padişah; ‘Buyur baba, ellerin dert görmesin!’ demiş. Bu sırada içerideki sesler hamamı çınlatmaya devam ediyormuş. Habib Baba, 4. Murat'ın sırtını bir güzel keselemiş. Padişahın gönlü bir kuru teşekkürle yetinmeye razı olmamış. ‘Ne de olsa insandır. O da her insan gibi kendine yapılan iyiliklerin kölesidir.’ diye düşünüp; ‘Baba, gel ben de senin sırtını keseleyeyim de ödeşelim.’ demiş. Habib Baba teklifin kimden geldiğinden habersiz, ‘Olur evladım’ demiş. 4. Murat bir yandan kese yaparken, bir yandan da Habib Baba'nın ağzını yoklamak istemiş. ‘Baba, duyuyor musun, şu içerdeki eğlencenin seslerini, şu hayatta vezir olmak varmış. Bak adamlar içerde hamamı inletiyorlar. Sen ve ben ise burada adeta iki hırsız gibiyiz.’ Demiş. Habib Baba aslında 4. Murat olan o gence şunu demiş; ‘Evladım Sultan Murat dediğin kimdir ki? Sen asıl insanlara kendini sevdirmeye bak! İnsanlar seni sevince Padişah dahi gelir sırtını keseler!’

Kıssadan hisse kapılacak kısa öykümüzde burada bitivermiş!..

Umarım, kıssadan nasıl hisse kapılır, sizlerde tüm bu anlattıklarımdan sonra anlamışsınızdır!..