Geçen yıl gerçekleştirilen genel seçimlerden öncede yazdım, anımsayacaksınız umarım. Tıpkı geçen yıl olduğu gibi hemen “Neyi, neleri görebilecek miyiz?” diye soracaksınız, diye düşünüyorum.
Yazımın başlığını görüp de böyle bir soruyu sormamanız olanaksızdır. O halde hemen açıklayayım. Bugün 30 Mart Cumartesi. Yarın 31 Mart Yerel Seçimleri gerçekleştirilecek. Bu bakımdan 36 yıllık meslek yaşamıma ve o sürecin bana sağladığı bilgi, birikim, deneyim, kısacası görmüş, geçirmişliğime dayanarak bir şeyleri yazıp, dolayısıyla anlatmanın ‘tam sırası’ diye düşünüyorum. Belki bir daha ki seçime yani 2028, yahut erkene alınırsa 2027’deki seçimleri kast ediyorum, bu fırsatı da bulamayabilirim. Öncelikle şunu söylemek, ısrarla belirtip vurgulamam gerekiyor. Ben belki de ilk kez veya tıpkı geçen yıl yapılan genel seçimlerde olduğu gibi 36 yıla erişmeye ramak kalmış olan gazetecilik meslek yaşamımda yine ‘TARAFSIZ DEĞİLİM!’ ve ‘TARAFSIZ OLMAYACAĞIM’ bu seçimlerde de…
Yarın gerçekleştirilecek bu seçimlerde tarafsız olmayacağımı belirtmemin elbette bir değil birkaç nedeni, sebebi ve gerekçesi var. Bunlardan ilki on yıla yaklaşan bir süredir, gazetecilik mesleğinde yakın geçmişe kıyasla bakıldığında eskisi gibi aktif durumda olmamamdır. Yani “Sırtımda yumurta küfesi yok ki gocunayım” veya “Fincancı katırlarını ürkütmekten neden korkayım?” gibisinden özdeyişlerin ‘CUK’ oturduğu durumda ve de konumdayım!..
Dahası bu seçimlerin tıpkı geçen yıl yapılan genel seçimlerden önce belirttiğim gibi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları için ve dolayısıyla benim için de ‘KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞTIR!’ diye düşünüyorum, hatta buna inanıyorum!..
O nedenle bu ülkenin dolayısıyla bu ülke insanının; rakiplerine iftira atmak, yalanla, dolanla, nefret dili kullanarak, öfke dolu hakaretler etmekten, inançlı insanların manevi duygularını sömürmekten, aldatmaktan ve kandırmaktan başka, bilhassa gençlerimizi dönük geleceğe dönük, umut vaat eden hiçbir söylemi, icraatı dahi olmayan, 22 yıllık bu AKP iktidarına ve onun Balıkesir’deki uzantıları olan adaylarına bu saatten sonra ne verecek ‘BİR OYUM’ ne de verecek ‘BİR SELAMIM’ bile yoktur, olmayacaktır!..
Dürüst olmak gerekirse, ki ben yeterince dürüst olduğuma inanıyorum. O yüzden ‘oldukça kişisel’ ve ‘yerel boyut’ taşımasına rağmen yakın geçmişe dönük kısa bir anekdot aktarmak isterim. Bu vesileyle şunu da belirtmekte yarar vardır. AK Parti’nin geçen yıl yapılan genel seçimlerde birinci sırasında milletvekili adayı gösterilen ve de seçilen ismi İsmail Ok beyefendi(!) 2009 yerel seçimlerinde MHP Balıkesir Belediye Başkan adayıydı. Rakibi ise AK Partili mevcut belediye başkanı merhum Sabri Uğur’du. Seçimi, türlü etik dışı, hatta edep dışı ve de kutuplaştırıcı öfke ve nefret söylemleri kullanarak, çoğu da yalan dolu iftiralarla İsmail Ok kazandı. Görevi devraldıktan hemen sonra başkanlık koltuğuna oturan İsmail Ok’u mesleğim ve o zaman ki konumum gereği tebrik etmeye gittim. Keşke gitmez olsaydım! Daha makam odasının kapısından içeri girmeden İsmail Ok, odada onca insanın arasında görevi yeni devraldığı Sabri Uğur hakkında aynı öfke ve kin dolu, nefret diliyle hakaretler etmeye devam ediyordu. Hatta bir ara yarım yamalakta olsa küfürlü sözlerde çıktı ağzından. Beni görünce sustu ama ben çok rahatsız oldum. O yüzden hemen kalkıp gitmek istedim. Bırakmadı, nezaket dolu karşılıklı birkaç sözün ardından lafı döndürüp dolaştırdı ve Sabri Uğur’a getirdi. “Hiç yalan söyleme, sen ona oy verdin, değil mi?” diye alaycı, aşağılayan bir üslupla direkt bir soru yöneltti. Ben de kimseden çekincem ve korkum olmadığından hele ki İsmail Ok’tan hiç olmadığından direkt olarak ona yanıt verdim. “Verdiysem bundan sana ne sayın başkan, ben buraya sizi tebrik etmeye geldim. Başka da bir amacım yoktur.” Sonra da bana ikram edilen çayı dahi içmeden kalkıp çıktım makam odasından. Ben odadan çıkarken bir kulağım sağır olmasına rağmen tek kulağım çok net duydu; “Gördünüz işte o bilmem ne çocuğu, Sabri’nin adamı bu dedim ben size. Bundan sonra da buraya gelirse almayın içeriye!..” Şeklinde zafer sarhoşluğu içinde atıp tutmayı hoyratça sürdürdü…
Tam bir yıl İsmail Ok ile hiç görüşmedik, sonra araya Yusuf Özenç gibi daima hatırla anımsadım isimler girdi ve bizi ‘sözüm ona barıştırdılar’ ama ben İsmail Ok ile bir daha aynı ortamlara girmemeye ve medeni ölçülerde de olsa diyalog kurmamaya hep özen gösterdim. Çünkü adamın psikolojik açıdan ‘kusura bakmayın ama ayarı bozuktu galiba’ ve ben de onun gibilere ‘eyvallah’ edecek biri değildim, o zaman zaman da şimdi de…
Şimdi bu gerçek yüzünü, belki de suretini ‘bir parçacık’ sizlere anlatmaya çalıştığım İsmail Ok, yaklaşık bir yıldan beri AK Parti Balıkesir milletvekili...
Lafı fazla uzatıyor olabilirim ama tüm bu anlattıklarımdan sonra eğer “tamam anladık ama CHP’ye ve dolayısıyla onun Balıkesir’deki adaylarına oy vereceksin anladık ama neden oy vereceksin, onu anlamadık!” diyecek olursanız, bir cümleyle hemen açıklayayım; “CHP’ye geçmişte birkaç kez oy verdiğim olmuştur ama CHP değilim. Üstelik 2009 seçimlerinde Sabri Uğur’un hatırına da olsa Adalet ve Kalkınma Partisine de oy vermişliğin olmuştu. Bir defaya mahsus olarak. Daha eskiye gidersek ANAP’a da oy verdim ama ANAP’lı da olmadım hiç. Yarın yapılacak seçimlerde ise AK Parti’ye ve dolayısıyla AK Parti adaylarına oy vermeyecek olmamın sebebi bence gayet basit anlaşılır, diye düşünüyorum. Bir tarafta yalan, dolan, iftira, hakaret, kin, öfke ve tehdit dolu nefret söylemi varken, bir tarafta ise gelecek için özellikle gençlerimize umut vaat eden, başta CHP adayları olmak üzere diğer muhalefet partisi adayları karşımızda durmaktadır. Ve ben elbette ‘BELKİ ASLA GÖREMEYECEK OLSAM DA’ ülkemin insanlarımızın aydınlık içinde umut dolu biçimde mutlu ve huzurlu yarınlara kavuşmasını diliyorum ve istiyorum! İŞTE TÜM BU NEDENLERLE BU RUH HALİ DURUMUNDA BENİM YERİNE SİZ OLSANIZ KİME OY VERİRSİNİZ ALLAH AŞKINA SORARIM HEPİNİZE!
O yüzden bu saatten sonra bir kez daha ‘kim ne derse desin ne söylerse söylesin’ bence durum ortadadır, akıllıca düşünülebilirse, denklem son derece basittir, çözüm kolaydır, nettir ve basittir!..
‘Sen neden bahsediyorsun, yine ne anlatıyorsun?’ Diye sorarsanız hemen yanıtlayayım. Aslına bakarsanız, seçime bir gün kala sözün bittiği yerdeyiz. Siyasetçiler dahil hiç kimsenin bu saatten sonra söyleyecek bir sözü kaldığını sanmıyorum, zaten kimsede de söz söyleyecek takatte kalmadı, yok aslında…
Bu ülke insanı, yani siyasetçisinden, sade vatandaşına kadar son bir buçuk aydır, seçim süreci içinde kutuplaşmanın, daha doğrusu kutuplaştırılmanın, hatta bölünmenin, zihinsel parçalanmanın, en önemlisi de ha bire yapılan zamlarla kendini gösteren enflasyonun sebep olduğu geçim sıkıntısı ve yokluğun, yoksulluğun daniskasını yaşadı, hunharca yaşamaya devam ediyor. Yalan mı söylüyorum Allah aşkına!..
Sadece bu seçimler için değil geçen yıl yapılan seçimlerden başlayarak özellikle son bir buçuk aydan beri ‘Birileri koltuk sahibi, makam sahibi olacak’ diye adeta herkes birbirine düşman kesildi adeta! Bin beş yüz, iki bin liralık küçük avantalarla sağlanan menfaatler uğruna söylenmedik yalanları, atılmadık iftiraları kalmadı, insanlarımızın birbirlerine…
Aynı gemide bulunduğumuzu unuturcasına, siyasetçilerimiz bu durumdan nemalanmak, fırsat elde etme uğruna, o geminin batmasına katkı sağlamaları amacıyla bilerek veya bilmeyerek, isteyerek veya istemeyerek bu toplumun bireylerini birbirine düşürüp, geminin su almasına ve dolayısıyla ‘asla batmaz’ denilen ‘TİTANİK’ gibi bir an önce batmasına zemin oluşturmadılar mı?..
O yüzden lafı daha fazla uzatmadan bir kez daha belirtmek isterim ki; Geçen yılki seçimlerden önce yazdığım, anlattığım gibi, ben şahsen 31 Mart Yerel Seçimlerinin sonucunun ne olacağını, Balıkesir’de Yücel Yılmaz’ın mı, Ahmet Akın’ın mı yoksa Turan Çömez’in mi, kazanacağını zerre kadar düşünmüyor, kafaya takmıyorum kesinlikle!..
Benim asıl merak ettiğim, hatta endişelendiğim konu, 31 Mart sonrası süreçte ve hemen ardından izleyen süreçte ne olacağı, ülkemizin ve dolayısıyla Balıkesir’in ne hale geleceği, daha beterinin daha kötüsünün nasıl ve ne şekilde olacağıdır!..
Tüm bu yazdıklarım, dolayısıyla anlattıklarım çerçevesinde, iki şeyi daha belirterek yazımı bugünlük, yani seçime dair yazımı sonlandırmak istiyorum.
Bizlerde yani benim gibi gazetecilerde yurttaşlık bilinci ve sorumluluğu ve meslek hastalığı mevcuttur. Ne demek o demeyin ‘meslek hastalığı’ derken şunu kast ediyorum; bizim meslekte yani gazetecilikte ‘TEKİL’ düşünüp öyle hareket edemezsin, ‘BÜTÜNCÜL’ olmak zorundasın. Yani bir bakıma mesleğin etik kuralları içinde insaflı ve vicdanlı olarak hakkaniyet ölçülerinde olmak ve ‘TOPLUM YARARINA’ davranmak zorundayız biz gazeteciler!..
O yüzden ‘huylu huyundan vazgeçmez’ misali ben böyle olmaktan, böyle davranmaktan bir türlü vazgeçemiyorum. Onca tehdide, göz korkutmaya, horlanmaya, dışlanmaya, saygısızlığa, sataşmalara rağmen!..
İkinci olarak belirtmek istediğim istediği konu, daha doğrusu öngörüm şudur; 31 Mart akşamı (daha öncede yazdım anlattım) ama kimlerin, hangi partinin adaylarının kazacağını net biçimde bilemem ama kim kazanırsa kazansın, çok az farkla kazanacaktır, diğeri çok az farkla kaybedecektir ve bu ülkede değişen hiçbir şey olmayacağı gibi, korkarım, her şey çok daha kötüye gidecektir. Bu ülkenin geleceğinin aydınlanması, umutların yeniden yeşermesi çok ama çok daha zaman alacaktır, maalesef!..
Yorum yapın