Ağırlıklı olarak siyaset ve de son zamanlarda sosyoloji temalı felsefe içerikli yazdığım için yazılarımda ortaya koyduğum olabildiğince tarafsızlığı bir türlü anlayamayanlar, sadece ve sadece hangi taraftan olduğumu çok merak ediyorlar, salt işin o tarafına yoğunlaşıyorlar. İşte onlar yani 'o kör ve sağır kalp sahiplerine' bir kez daha bugünkü yazımda belki de bir işe yaramayacağını bile bile bir şeyler anlatmaya çalışacağım yine. Çünkü belki çok iddialı olacak ama 'benim işim bu yahu!' diye düşünüyorum...
Elim kalem tutmaya başladı başlayalı, yeri geldiğinde, her fırsatta ‘insanın değeri, insan oluşundan gelir’ ilkesini tekrarlayıp dururum. Bir ana babadan doğan insan yavrusu, aklı erene kadar ne dilinin farkındadır ne milliyetinin, ne dininin, ne mezhebinin, ne bayrağının ne ülkesinin, memleketinin, ne mensubu olduğu halkın, yaşadığı şehrin, mahallenin, hatta ne de ailesinin farkındadır. Düşünün bir kere; Fransa’da doğmuş bir bebeği altı aylıkken İstanbul’a veya tutun Balıkesir'e getirin, Türk adı ve Müslüman kimliği verin, verilen bu değerlerle büyür. Hatta belki bunların koyu bir militanı olur, çıkar. Bir Filistinli bebekle, İsrailli bebek hastanede karıştırılsa, ya da bir Yunan bebeğiyle Türk bebeğinin karıştırıldığını bir an için düşünün! Birbirlerinin kimliklerini alır ve belki de büyüdükleri zaman, aslında ait olmadıkları din ve milliyetler uğruna mücadele eder, savaşır hatta birbirlerini öldürebilirler. Çünkü dünyanın bütün bebekleri ‘insan’ olarak doğar. Sonra bu insana doğduğu bölgeye ve kültüre uygun bir ad konulur. Dini, mezhebi öğretilir, milliyeti belirlenir. İnsanların çoğu bu andan sonra içine girdiği kimliği benimser sonra da koşullar gereği tesadüfen de olsa başka bölgelerde doğmuş olanlara öfke beslemeye, kin tutmaya, düşman kesilmeye başlayabilir. Sonra bizler de güya deriz ki; ‘İnsan, sadece insan!’ Adının önüne hiçbir sıfat konmamış insan! Ama emin olun ki şartlanmış kafalara bunu söyleyebilmek, anlatabilmek çok zor, hatta olanaksızdır! Ciltler dolusu kitaplar yazsanız, konferanslar verseniz bile, ‘o kör ve sağır kalpler’ ne demek istediğinizi kavrayamaz, bir türlü anlayamazlar. Çünkü onların kafalarında böyle bir model kesinlikle yoktur. Suriye’de Irak'ta topyekün Ortadoğu coğrafyasında sözde din adına alçak ellerin rastgele vurduğu veya bombalayarak parçaladığı minicik bebekler veya küçücük çocuklar, kaçırılıp ırzına geçilen, sonrada köle pazarında satılan genç kızlar, kadınlar için elbette insan olarak içimiz yanıyor, onlar çok üzülüyoruz. Ama içimizin yanması, üzüntülerimiz bunların bir kısmının Sünni, diğer bir kısmının Şii olduğu için değildir elbette! Gerçekte insan olan için o üzüntülerin kaynağı sadece katledilen o insanların etten kemikten insan oldukları için olmalıdır. Ancak ne yazık ki, kimileri ise öyle şartlanmış, körü körüne kendilerini öyle inandırmışlar ki; İçinde yaşadığımız toplumundan bazıları ölen Sünniler için gözyaşı dökerken, diğerleri için bir rahmet okumayı bile bazen çok görebilmektedir. Kimileri de Ortadoğu'nun birçok yerinde yaşanan bu türden vahşetlere bile ‘taraf’ olarak yaklaşabilme utanmazlığını gösterebilmekte ‘kim yaptıysa Allah belasını versin!’ bir türlü diyememektedir!.
O yüzdendir ki bendeniz sürekli olarak saygıdeğer okurlarımın bazılarından aldığım “sizinle aynı görüşten değilim ama fikirlerinizi çok beğeniyorum” şeklinde bazen mesajlar mesaj ve iletilere “mademki fikirlerimi beğeniyorsun o zaman aynı görüşteyiz demektir” yanıtını veriyorum. Bu yanıtı vermekle aslında onların ‘ne demek istediklerini’ anlıyor gibiyim…
Şöyle ki; Gerçekten düşünen ve düşündüklerini sorgulayan kafaların bir türlü anlaşılamadığı bir toplumda, insanlara biçilen kaftanlarla, klişelerle hareket etmeye alışmışlar, diye düşünmekteyim. Çünkü onlar adeta herkesi ‘şucu veya bucu’ diye yahut ‘o taraftan ya da bu taraftan’ şeklinde ayırmaya ve hatta ötekileştirmeye, bir tarafa koymaya şartlanmış gibi davranmaktadır. Oysa onlar bedenlerini sarmalayan ve her yerlerini sıkan şu deli gömleklerinden bir kurtulsalar ‘o da kim oluyor? veya 'sen kimsin?’ demek yerine ‘Ne diyor, ne söylüyor?’ diye sormayı bir öğrenebilseler, karşılarında duran sorunlara ön yargısız, temiz ve iyi niyetli yaklaşmaya bir başlayabilseler, inanın her şey çok farklı olabilir. Ama ne yazık ki bir türlü olmuyor, olamıyor. Çünkü onlar, en azından onlardan bazıları adeta kafalarını bir takım menfur odaklara kiraya vermiş gibi görünmektedir. Bilenler bilir, ben ise yıllardır söylediğimi, son nefesimde dahi yine söyleyeceğimi yinelemekle yetinebiliyorum, sadece…
Daha başka ne yapabilir ne söyleyebilirim ki!.
‘Çünkü elbette ki, ben de tarafım. Ama sadece insandan yana tarafım!..’
İşi gücü bırakıp sürekli hangi tarafı tuttuğumu merak eden ahmaklara da bu arada önemle duyurulur! Temelinde insan olmayan bir anlayışla onların tarafından yer almadığım için beni bir türlü bertaraf edememelerinin sebebi de budur elbette! diye düşünüyorum. Bu durumun başka türlü bir açıklaması var mı ki, sizce...
Yorum yapın