Yaklaşık beş yıl sonra yine bugünkü yazımın başlığını görüp de “Yahu nereden çıktı bu eşek hikayesi, sırası mı şimdi eşek hikayesi yazmanın!” sakın demeyin lütfen olur mu?..

Anlatacağım ‘meşhur eşek hikayesi’ bugünlerin gündemi ve günceliyle inanın bana birebir örtüşen, kıssadan hisse kapılacak ibretlik bir öyküdür, aslında!..

‘Meşhur eşek hikayesi’ on yıl önce sonsuzluğa uğurladığımız büyük edebiyat ustası Çetin Altan tarafından uzun yıllar boyu çeşitli gazetelerin sütunlarında ve bazı eserlerinde anlatılmıştır ama ‘meşhur eşek hikayesi’ aslında Çetin Altan ustanın hikayesi olmadığı söylenir. Bu öykü Anadolu da yüz yıllar boyu anlatılan bir halk öyküsüdür. Evet meşhur eşek hikayesini başlıyorum anlatmaya;

 "Vaktiyle bir büyük bostan, bostanın da ortasında bir kocaman bostan kuyusu vardı. Kuyunun dolabını bir eşek çevirirdi. Sağı solu görüp aynı yerde döndüğünü anlamasın, diye eşeğin gözlerinin her iki yanına siperlik takmışlardı. Eşek, sabahtan akşama, yol gidiyorum zannıyla aynı yerde dolabı gıcırdatarak dönerdi de dönerdi. Ve o döndükçe, iki bilek kalınlığında buz gibi bir su çıkardı kuyudan. Dön eşek dööön, dön eşek dön…

Bostan sahibi o suyla patlıcanları sulardı, domatesleri, fasulyeleri, kabakları sulardı. Kol gibi mor mordu patlıcanlar. İri iri, kırmızı kırmızıydı domatesler. Körpe körpe fasulyeler, kabaklar...

Her eşeğin çıkardığı suyla büyür, gelişir, lezzetlenirdi bostan sebzeleri. Ve eşek gözünde siperlikler, yol gidiyorum zannıyla dönerdi de dönerdi. Dön eşek döööön, dön eşek dön. Bostancı her sabah eliyle yoklayarak, tartarak bakardı patlıcanlara, kabaklara, domateslere. Sonra kıvama gelmişlerini bir güzel koparıp toplar küfelere doldururdu. Öyle gür, öyle bereketliydi ki kuyudan eşeğin çıkardığı su, o bostandan yetişen her şey bütün pazarlarda kapışılarak satılırdı. Ve bostancı boşaltınca dolu küfelerini, bir sigara yakar, cebindeki paraları okşayarak eve dönerdi. Ve eşek dönerdi. Dön eşek döööön, dön eşek dön...

Eşek sadece bostandaki kötü, sararmış otları yerdi. Söküp söküp sadece onları verirlerdi eşeğe…

Bostancı ise pazara girmeden eve ayırdığı patlıcanları yerdi, domatesleri, kabakları, fasulyeleri yerdi. Bazen düşünürdü bostancı: ‘Şu eşek bir bilse ki’ derdi ‘yol gidiyorum’ diye hep aynı yerde dönerek çıkardığı suyla oluyor bunlar; vazgeçer de verdiğim kötü, sararmış otları yemekten, hak ister körpe fasulyelerden. Sonra da gülerdi: ‘Alt tarafı eşek bu, gözleri de kapalı, nerden bilip anlayacak ne yaptığını.’ Gerçekten hiçbir şeyin farkında değildi eşek. Dön eşek döön, dön eşek dön…

Bir gün bir haşarı çocuk uğramıştı bostana. Çaktırmadan bostancıya, çıkarıvermişti eşeğin göz siperliklerini. Eşek sağa bakındı, sola bakındı, bir iki döndü ve anlayınca yıllardır aynı yerde döndüğünü, sıkıldı canı durdu. Eşek durunca, gıcırtı durdu, dolap durdu, su durdu. Yavaşladı patlıcanlara, kabaklara, domateslere gelen su, kurudu. Öyle kızdı ki bostancı görünce bunu: ‘Höst ulandeeh, eşşşek oğlu eşek yürü!’ Elinde sopayla koştu eşeğin üzerine. Vurdu kıçına, vurdu kafasına. Bir sallandı, iki sallandı eşek, tınmadı. Neden sonra fark etti ki bostancı, biri çıkarmış eşeğin gözündeki bağları. Görmüş eşek etrafı ‘Ulan hangi namussuz, hangi deyyus, hangi it yaptı bunu!’ Çocuk kıs kıs güldü uzaklardan. Yeniden taktılar siperlikleri eşeğin gözlerine. Verdiler sopayı, verdiler sopayı. Eşek yine başladı dönmeye, ama isteksiz. Hala döner eşek, gıcırdar dolap, çıkar su... Ama bilir artık eşek işin ne olduğunu. Ve sık sık başını kaşır bostancı: ‘Ulan öğrendi eşek ne yaptığını.’ Döner durur eşek isteksiz. Büyür patlıcanlar, domatesler… Dön eşek döön, dön eşek dön..”

Bu toplumda bazılarımız, kim bilir, belki de çoğunluğumuz, bu anlı şanlı siyasetçilerimiz yüzünden aslında hikayedeki eşek gibi boşu boşuna dönüp durmuyor muyuz, diye düşünür dururum öteden beri!.. 

Kimse hemen üzerine alınmasın, bilhassa siyasetçilerimiz hemen üzerlerine almasınlar diyorum ama ‘teşbihte hata olmazmış’ eğer ‘teşbih’ değil de ‘tespit’ yaparsak işte o zaman kusur sayılırmış!..