Aslına bakarsanız bu sene biraz geç kaldım, bunları yazmaya…
Nedenini soracak olursanız geçen hafta yani geçen Cuma 24 Ocak 2025 günü, 24 Ocak 1993 sabahı evinin önünde park halindeki arabasına karanlık hain eller tarafından konulan bombanın patlatılmasıyla hunharca katledilen gazeteci, yazar Uğur Mumcu’nun otuz ikinci ölüm yıldönümüydü. Uğur Mumcu ustamızın meslek düsturu olarak kabul edip içtenlikle benimsediğim bir sözü vardır; Bilgi sahibi olmayan fikir sahibi olamaz!..
Bu veciz sözden hareketle günümüzde yüce dinimiz İslam’ı siyasallaştırarak yozlaştıranlara birkaç kelam etmeyi, deyim yerindeyse o cahilleri aydınlatmayı en azından bilgilendirmeyi her şeye rağmen kaçınılmaz bir görev sayıyorum.
O nedenle bugünkü yazımı bu gazetede önceki yıl yine ocak ayında bu sütunlarda yayımlanan benzer konu ve içerikteki bir yazımdan alıntılar yaparak 'dinin siyasete alet edilmesine' ayırdım. Şimdi anlatmaya başlıyorum;
Kanuni Sultan Süleyman’ın orijinal el yazması metin olarak halen Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan dönemin bilgelerinden aynı zamanda sütkardeşi olan Yahya Efendi’ye gönderdiği mektubun kısa ama anlayanlar için son derece ibretlik ve de hisse kapılması gereken ibretlik öyküsünü sizlerle paylaşmak istiyorum; Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı devletinin akıbetini yani sonunun ne olacağını düşünür ve hayal eder; 'Günün birinde Osmanoğulları inişe geçer, çökmeye yüz tutar mı?' Diye gayet derin ve kaygılı biçimde kendine sormaya başlar. Aynı soruyu sütkardeşi dönemin meşhur bilginlerinden Yahya Efendi’ye sormaya niyetlenir. Becerikli bir hattata yazdırdığı mektubu Yahya Efendi’ye gönderir. Kanuni Sultan Süleyman o mektupta şöyle der; “Sen ilahi sırlara vakıfsın. Kerem eyle de bizi aydınlat. Bir devlet hangi halde çöker, Osmanoğulları’nın istikbalde akıbeti nasıl olur, bir gün olur da izmihlale uğrar mı?”
Yahya Efendi’nin Kanuni’ye yanıtı gayet kısa olur; “Nemelazım be Sultanım!..”
Topkapı Sarayı’nda bu cevabı hayretle okuyan Kanuni Sultan Süleyman, buna bir anlam veremez. Yahya Efendi gibi bilge bir zatın, böylesine basit bir cevapla işi geçiştirmesine çok şaşırır, hatta çok kızar! Yahya Efendi’nin Beşiktaş’taki dergahına bizzat gider, gayet kısa ve anlam veremediği cevabı için ona bolca sitem eder. Yahya Efendi ise Sultan Süleyman’a şu karşılığı verir; “Sultanım sorunuzun üzerine iyice düşündüm ve kanaatimi de açıkça arz ettim.” Padişah daha da hiddetlenerek şöyle der; “İyi ama bu cevaptan ben bir şey anlamadım. Sadece ‘Nemelazım be sultanım’ demişsiniz. Sanki ‘beni böyle işlere karıştırma’ der gibi bir anlam çıkarıyorum, o kadar!..”
Yahya Efendi aslında ne kastettiğini Sultan Süleyman’a hemen açıklar; “Bir devlette zulüm yayılsa, haksızlık, adaletsizlik yaygınlaşsa, bunları işitenler de ‘Nemelazım’ deyip uzaklaşsalar, sonra koyunları kurtlar değil de çobanlar yese, bilenler bunu korkudan söylemeyip susup gizlese, fakirlerin, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıksa, bu feryadı taşlardan başkası işitmese, işte o zaman devletin sonu görünür! Böyle durumlardan sonra devletin hazinesi boşalır, halkın itimat ve hürmeti sarsılır. Asayişe itaat hissi gider. Çöküş ve izmihlal de böylece mukadder (kaçınılmaz) hale gelir…’
Bunları dinlerken gözleri dolan ve sonra ağlamaya başlayan koca Sultan, Yahya Efendi’nin söylediklerini başını sallayarak onaylar. Sonra da kendisini böyle ikaz eden böyle bir bilgeye memleketinin sahip olduğu için Allah’a şükreder. Bu türlü ikazlardan geri kalmaması için tembihte bulunarak yanından ayrılır. Kıssadan hisse kapılacak ibretlik öykümüz bu kadar…
Şimdi bu vesileyle asıl konumuza girelim ve bugünlük yerimiz yettiği kadarıyla anlatmaya başlayalım; bu sütunlarda yeri geldiğince ‘dinin siyasete alet edilmesi’ hakkında yazılara yer veriyor, görüş ve düşüncelerimi konunun uzmanları ve dolayısıyla tarafı olan şahsiyetlerin daha önceleri ortaya koydukları yorum ve değerlendirmelerden yararlanarak sizlere aktarıyorum. Bugün ‘Dinin siyasetten arındırılmasına ilişkin’ görüş ve düşüncelerimi ortaya koyarken Recep İhsan Eliaçık ile Diyanet İşleri eski Başkanı Profesör Ali Bardakoğlu’nun konuya ilişkin yorum ve değerlendirmelerden yararlanacağım. Tanımayanlar için İhsan Eliaçık’ın basında yayımlanan yazılarıyla 'Antikapitalist Müslümanlar' adıyla tanınan ‘İslami-Politik’ oluşumun teorik altyapısını geliştirdiğini ve bu harekete günümüzde sahip çıkan en önemli isimlerden biri olduğunu belirtmek isterim. Her iki düşünür de İslam dünyasında yaşanan sorunların kökeninde din öğretisinin asıl ve sahih yani kusursuz kaynaklar olan Kur’an ve sünnetten uzaklaşıp tarihte yaşanan iktidar ve menfaat çatışmalarıyla şekillenmiş yorumların etkisine girmesine dikkat çekmektedir. İhsan Eliaçık, bu gayri sahih kaynaklara ‘sorgulanmamış eski İslam kültürü’ adını veriyor. Eliaçık bu kültürle yüzleşmedikçe İslam’ın hurafelerden, kin ve nefret dili ve şiddetten arınamayacağını düşünüyor. Ali Bardakoğlu’na göre ise, Türkiye ve İslam ülkeleri hızla dünyevileşiyor. Dini cemaat ve tarikatlar, artık dünyevi oluşumlar olarak görülmektedir. ‘Tarikat ve Cemaatler’ din adına topladıklarıyla dünyaya yatırım yapıyorlar. Şöyle ki; ‘Akide yani inanç ve ahlak sona, muamelat yani uygulamalar ise başa alınmış durumdadır!’ Hal böyle olunca da uydurulmuş ama sorgulanmayan ‘eski İslam kültürü’ içindeki şiddet ve çatışma eğilimi bugünkü dünyevi sorunlarla iç içe geçince dinsel eğitimi de etkileyen tehlikeli bir karışım ortaya çıkıyor. İhsan Eliaçık bir makalesinde “İnsanları yakanlar, öldürenler, inananları ‘Haydi Allah için savaşıyoruz!’ diye meydanlara sürenler kim, Hepsi bu kültürden beslenenler değil mi?” diyerek durumu ortaya koymaktadır. Batı’da hızla yayılan ‘İslamofobi’ konusunda Ali Bardakoğlu Müslümanların önemli rolü ve sorumluluğu olduğunu düşünerek şöyle bir açıklama getiriyor; “İslam dünyası hep ötekinin yapıp ettiklerine bakıyor. Oysa yapılması gereken aynaya bakmaktır!..”
Yorum yapın