Türkiye, geçen yıl gerçekleştirilen 14-28 Mayıs seçimlerinin ardından belki de tarihinin en önemli seçimine gün saymaktadır. Bırakın yerel seçim yapılacak olmasını, sadece belediye başkanları seçilecek denmesini bence (2023/ 14-28 Mayıs) seçimlerinin bir anlamda rövanşı niteliğindeki seçimlere şunun şurasında iki buçuk ay gibi kısa bir süre kaldı. Recep Tayyip Erdoğan ve onun iktidarı bu seçimlere kanımca tıpkı geçen yıl yapılan seçimler gibi ‘varlık-yokluk’ zemininde bakmakta ve durumu öyle değerlendirmektedir. AKP’nin üst düzey yönetimi ve devlete, kurumlara, iş dünyasına, medyaya yerleştirmiş olduğu kadrolar da yani yandaş kesimi de aynı perspektiften aynı kaygılar içindedir. Yani iktidar olmanın rantını 22 yıla yakın bir süredir paylaşan kadrolar, önümüzdeki seçimlere, kendi makam, şöhret, servet kaynaklarının sürüp sürmeyeceği noktasında bakmaktadır. Çünkü o kadrolar servetlerini ve makamlarını, yeteneklerine ve bilgilerine değil, koşulsuz biat ettikleri mevcut iktidara ve onun liderinin varlığına borçlu olduklarını bilmektedir. Elbette İktidar ve o iktidarın lideri de bu aslında kapasitesi oldukça dar sayılabilecek kadronun bireysel çıkarları için yapabileceklerine güvenmekte ama bence bir parça yanılmaktadır. İki buçuk ay kalan bu seçimler yaklaştıkça rantın merkezinde olmanın, rantı dağıtmanın, haksız zenginleşmenin, azgın aşırılığın ve de hoyratlığın yarattığı cennetten uyanma zamanı da çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir. Bu nedenle geniş tabanda yer alan yoksul kesimlere kendi kişisel geleceklerini memleketin yüksek çıkarları(!) ‘milli ve yerli’ adı verilen zokayı yutturma çabası vardır, kanaatini kişisel anlamda kuvvetlice taşımaktayım. Medya/Basın ve toplumun kılcal damarlarına 50-55 yıl öncesinden sızlamaya başlamış, son 22-23 yıllık süreçte hızla yayılmış olan tarikat-cemaat yapılanmaları üzerinden toplumun her kesimini yeniden dizayn etme çaba ve uğraşlarını, bu amaçla hemen her gün sürdürülen ev sohbetlerini ve yine bu amaçla yani safları sıklaştırma maksadıyla gerçekleştirilen ‘sosyal yardımlar’ üzerinden kurdukları ilişkileri, alternatif ve doğrudan bir iletişim mekanizması olarak kullanmaktadırlar. Bir kısım medya ve basının istediği kadar bu yapılan yolsuzlukları belgelemesi, haksızlıklara dikkat çekmesi, kötü yönetimin neden olduğu açlık ve sefaleti anlatın anlatması dahi toplumun bir kesimine bu doğrular tam olarak ulaştıramamakta ve yansıtamamaktadır ne yazık ki…

Aksine çarpık biçimde oluşturulan sözünü ettiğim bu sosyal destek ağları üzerinden kurulan ilkel iletişim biçimleriyle kurulan doğrudan temas yöntemiyle gerçeği eğip bükerek yoksul kesimde konuşlu çaresiz görünen seçmenlere ulaştırılmaktadır. İşte tam da bu nedenle ‘şaşıran şaşırana’ durumu egemendir bu toplumun yoksul ve çilekeş kesimlerinde…

Yahu 22 senedir hala anlamadınız mı?..

AK Parti veya AKP daha doğrusu, en doğrusu ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’ bir ideoloji partisi değil günümüzde apaçık anlaşıldığı üzere düpedüz rant partisidir…

Öyle söyledikleri gibi değil tam tersine 22 yıllık icraatlarına dikkatlice bakarsanız yoksulun dar gelirlinin yanında değildir, hiçbir zaman da olmamıştır, aksine azgın aşırıların yani cahil, kural tanımaz, yasaları, toplum kurallarını asla takmayan umursamayan asalakların yanında değil midir bu AK Parti yani Adalet ve Kalkınma Partisi…

Peki, o zaman nasıl oluyor da hem yoksul kesimlere ve kitlelere bu denli çile çektiren, sorunlarla boğuşmasına neden olan AK Parti; Aynı zamanda o sözünü ettiğim kesimlerden kitlesel biçimde oy alan bir parti konumundadır?..

Kanımca İşin sırrı söz konusu o yokluk ve yoksulluğu yaratan AKP iktidarı, o kesimleri sosyal yardım ağları ile yönetmekte, idare etmektedir. Çünkü aşırı yoksullaşma aşırı muhtaçlığa neden olmaktadır. Biliyorsunuz, eski yılın yani 2023’ün son ayı, son günlerinde, kullandığımız elektriğe Cumhuriyet tarihinin en büyük en yüksek oranda zammını sesiz sedasız yapıverdi. Dünyanın hiçbir ülkesinde bu denli yüksek oranda zammı yapabilecek cesarette ve hoyratlıkta bir iktidar bulamazsanız. Doğalgaza, benzine, tüm tüketim ürünlerine zam üstüne zam yağmaya devam ediyor. Böylesi bir durumda yoksul geniş kesimlerin alternatif arayıp iktidardan kurtulması beklenirken örneğin İstanbul’da Ankara’da ve daha birçok Büyükşehir’de Halk Ekmek büfeleri önünde ucuz ekmek kuyruğunda bir lokma mutluluğa, huzura muhtaç durumda kalmış bazı insanlar, bizim insanlarımızdan bazıları kendilerine mikrofon uzatıldığında “Erdoğan’dan asla vazgeçmeyiz” diyebiliyor mı? Elbette diyebiliyorlar. Bunun lamı cimi yoktur! Onlar böyle düşünüp konuşurken yoksulluklarının, mutsuzluklarının sebebi olan yönetime hala oy veriyor olmalarının nedeni belki de hayatta kalma dürtüsü veya bununla birlikte dinsel inançlar ile körüklenmiş düpedüz bir ‘aidiyet duygusudur’ ama bana sorarsanız bu durumun tek tanımı mantıksal olarak ‘akıl tutulmasının aymazlık halinin tipik bir örneğidir!..’

Bazı Bilim insanları ise bu duruma ‘öğrenilmiş çaresizlik’ diye teşhis koyuyorlar. Mevcut siyasal iktidar, fırsat eşitliğine, özgürlüğe, demokrasiye, hukuka, tüm insanların insanca yaşama hakkına inanmadığı için, büyük çoğunluğa yoksulluğu bir kader olarak dayatıp kendileri şatafat içinde yaşamaktan zerre rahatsız olmuyor. Bu ülkenin gerçekten vicdan sahibi yöneticileri, sosyal yardımlara kimsenin ihtiyaç duymayacağı bir ülke için çaba harcamaları gerekiyor. Bir ülkenin sosyal yardıma muhtaç insan sayısındaki artış, o ülkenin giderek çöktüğünün işaretidir aslında…

Buraya kadar yazdıklarım, anlatmaya çalıştıklarım çerçevesinden bakıldığında seçimin ne zaman yapılacağı, nasıl yapılacağı, kimlerin aday gösterileceği, kimin kazanıp kimlerin kaybedeceğinden çok bu yerel seçimlere giden süreç gerçekten önemlidir, bu ‘fırtınadan önceki sessizlik hali’ herkes tarafından çok ama önemsenmelidir!..