BAŞARMAK İSTEYENLER BAŞARABİLECEK Mİ?
Eskiden eskilerin, özellikle 1950’lerde Demokrat Parti’nin iktidar olduğu dönemde merhum Celal Bayar ve Adnan Menderes’in sıkça kullandığı sloganla günümüzde de pek revaçta olan deyimle yılbaşından önce fiilen geçen haftadan itibaren de resmen ‘seçim sath-ı maili’ne girmiş bulunuyoruz. Bu durumda ister iktidar kanadından olsun, ister muhalefet tarafı olsun siyasilerin çokça biçimde gergin söylem ve davranışları seçimlerin olası sonuçlarına dair negatif ve pozitif anlamda işaretler olarak algılansa da aslında iktidarın ve iktidarın küçük ortağı ve gönülsüz baş destekçisi MHP’nin 14 Mayıs seçimlerine zevahiri kurtarmak uğruna kerhen giriyormuş gibi görünse de ben şunu biliyor ve öngörüyorum ki, ülkedeki ekonomik göstergeler, Türkiye’nin ekonomik koşullarının şu an için iktidardaki Cumhur ittifakı bileşenleri açısından öyle iddia edildiği gibi, lehine sonuçlanabilecek elverişli bir ortam ve elverişli koşullar olmadığını gösterdiğinden, her şey daha da beter olmadan işin içinden en az hasarla sıyrılacak şekilde normal tarihinden önce sandığa gitmek zorunluluğunu ‘şapka düştü kel çoktan göründü!’ misali ortaya çıkarıp önlerine koymaktadır, kanısındayım..
İktidardaki AKP ve onun küçük ortağı MHP ile birlikte daha küçük paydaşlar konumundaki BBP, kürtçü şeriat partisi HÜDAPAR ve merhum Erbakan’ın mahdumu Fatih’in liderliğinde YRP’nin, yeni dönemde söz sahibi olabilme ve dolayısıyla birkaç mebusluk koltuğu kapabilme uğruna sokulduğu Cumhur ittifakı çatısı altında, izleyen süreç içerisinde seçimlerin gerçekte sonuçları ne olursa olsun, 14 Mayıs’ın sonuçlarında hileli oyunlar yoluna başvurulabileceği yönündeki kuşkuları epeyce arttırmakta olduğu savunulmaktadır..
Bunun Türkçesi şudur; Sandık sonuçlarına rağmen iktidarı bırakmamak uğruna kimi çevrelerde ağır basan despotik ve faşizan bir eğilimin olduğu da bilinen bir gerçektir. O nedenle aslına bakarsanız; AKP’nin içinde bu eğilimde gözü kara olanların yabana atılamaz bir ağırlıkları olduğu da mevcut durum itibarıyla asla yadsınamaz. “İktidarı sandıkla bırakmama” yanlılarının bir kısmı sonuna kadar gitmeyi hedefleyen o kast edilen gözü kara kesim olduğu bilinir iken, onların bir kısmı da bu türden söylentilerin kökleşmesiyle muhalefet saflarında belirecek umutsuzluğu kışkırtma peşinde olduğu gözükmektedir. Bu durumda iddia edilen şudur; AKP’nin bir bakıma ‘gemi azıya almış gibi’ görünen bu şekildeki tavrına karşın iktidarı sandıkla bırakmama lobisinin başarı şansı olmadığı aslında gayet açıktır ve nettir. İç ve dış siyasal konjonktüre bakıldığında sağduyunun daha şimdiden galip geldiği ve o yüzden bu türden düşünenlerin oluşturduğu lobinin emellerini gerçekleştirmesine elverişli bir seyir asla izlenmemekte olduğu görünmektedir. Çünkü böylesi durumlarda olası seçim sonuçlarını lehine olmadığı için uyduruk türlü bahanelerle iptal ettirmek veya milli iradeyi karşı hile ile ifsat yolunu tutarak, açıkça, afişe etmek biçimde istibdat rejimine yani teokratik totaliterliğe böylelikle geçişin başarı kazanması için yoğun dış destek almak zorunludur şarttır ama bunun çok zor hatta günümüz koşullarında olanaksız olduğu da bir gerçektir..
Türkiye’de geçmişten beri yaşanan darbeler sürecinde dış dinamiğin değil, yağma ve talan ekonomisinin neden olduğu ekonomik çıkmazın koyulaştığı dönemlerde bile ekonominin ‘GAYET NORMALMİŞ GİBİ’ göründüğü sıralarda dahi dış destek gerekliliği epeyce belirleyici ana etken olarak karşımıza hep çıkmıştır. Şöyle ki; “Emperyalizm tarafından, Türkiye’de istediklerini yaptıracakları uysal iktidarları yaşama geçirmek, kendilerine göbekten bağlıymış gibi görünen siyasal İslamcı çevrelerin elbirliğiyle dizayn ettikleri AK Parti’nin bu desteği sağlayacak, en güvenilir ortak değilse, Yahudi lobisinin cesaret madalyalı kucaklamalarını başka türlü nasıl açıklamak mümkündür?” diye düşünüp iktidarın gerekli dış desteğin her halükarda sağlanacağı sonucuna varmak işte bu nedenle yanıltıcı ve aldatıcı olmalıdır. Çünkü her şeyden önce AK Parti’nin de simgesi olduğu ‘siyasal İslam modeli’ Arap baharları süreçlerinde yaşanan negatif deneyimlerin düş kırıcı sonuçları yüzünden, emperyalizmin desteğini çoktan yitirmiştir. Öyle değil midir?.
Bu arada söz konusu modelin genel ve evrensel platform ve plandaki irtifa kaybıyla paralel yani koşut olarak, AKP modeli de kendine has nedenlerin de katkısıyla gözden düşmüş görünmektedir. AK Parti, yeni düzenin eşgüdümlü eş başkanlığı özentilerine karşın başarısız olmuş ve gizli gündeminin kaçınılmaz sonucu olan zaman zaman kontrolden kaçan denetlenemez davranışları yüzünden, ‘hem beceriksiz hem de güvenilmez’ damgasını yememiş midir, elbette yemiştir afiyetle ve de kaçınılmaz olarak!..
Bu durumda, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik çıkmazında ki yoğun krize dönüşen ve boyutlarının, nerelere varacağı henüz tam belli olmayan çıkmazda debelenmekte olan AKP iktidarının bu durumda ihtiyaç duyduğu ölçüde desteği sağlamadan, içeride duruma egemen olması hemen hemen olanaksız görünmektedir. Türkiye’nin uluslararası konjontürün de katkısıyla gittikçe ağırlaşan ekonomik durumu, denizi bitirmiş kaptanın gemisi gibi karaya oturmuş olan yağma ve talan ekonomisinin günlük işleyiş çarklarını bile döndüremeyecek derecede acze düşmüş biçimde, girdiği politik çıkmazda, istibdat rejimini sürdürecek olanakları bulması da asla mümkün değildir. Kanaatim odur ki, Türkiye’nin dünya da daha doğrusu çağdaş anlamda Batı dünyasındaki yerinin, NATO’daki işlevinin yeniden gözden geçirildiği ve aldığı güven notunun sürekli düştüğü bir dönemde, AKP’nin çarkları çevirecek, geniş toplum kesimlerinin yoğun yoksullaşması yüzünden halkın desteğini de kaybettiği bir ortamda istibdadını artırarak sürdürmesinin artık olanaksız olduğunu aklı başında olan herkes apaçık görülmekte olduğu bir gerçektir..
Yorum yapın