BAŞARABİLECEKLER Mİ?

Eskiden eskilerin, özellikle 1950’lerde Demokrat Parti’nin iktidar olduğu
dönemde merhum Celal Bayar ve Adnan Menderes’in sıkça kullandığı
terimle günümüzde de pek revaçta olan deyimle ‘seçim sath-ı maili’ne bence
girmiş bulunuyoruz. Her ne kadar AKP iktidarı ve iktidarın başıyla ittifak ortağı
MHP, “Erken seçim fala olmayacak, yok, 2023 Haziranı’ndan önce seçim,
meçim beklemeyin!” diye bas bar bağırıyorsa da ister iktidar kanadından olsun,
ister muhalefet tarafından, siyasilerin bazı söylem ve kimi davranışları erken
seçim işareti olarak algılanıyor. Bu arada iktidarın ek bütçe talebinin de baskın
seçim göstergesi olduğu ileri sürülüyor. Aslında iktidarın ve o iktidarın küçük
ortağı destekçisi MHP’nin erken seçime pek gönüllü olmadığı söylense ve
bilinse de şunu biliyorum ki, ülkedeki ekonomik göstergeler, Türkiye’nin
ekonomik koşullarının önümüzdeki kışı kazasız belasız atlatıp, sonra iktidar
lehine sonuçlanabilecek seçime elverişli bir ortam ve elverişli koşullar
olmadığını gösterdiğinden, her şey daha da beter olmadan işin içinden en az
hasarla sıyrılacak şekilde normal tarihinden önce sandığa gitmek zorunluluğunu
ortaya çıkarıp koymaktadır..
İktidar ile onun küçük ortağı ve yakın çevresi içinde bir de seçimi hiç yapmamak
en azından Cumhurbaşkanı’nın Anayasal hakkı olan seçimleri erteleme veya
sonuç ne olursa olsun, seçimleri kazandığı şeklinde hileli açıklama yoluna
başvurulması, yani sandıkla iktidarı bırakmamak biçiminde kimi çevrelerde ağır
basan bir eğilimin olduğu da bilinmektedir. Alına bakarsanız; AKP’nin içinde bu
eğilimde gözü kara olanların yabana atılamaz bir ağırlıkları olduğu asla
yadsınamaz. “İktidarı asla sandıkla bırakmama” yanlılarının bir kısmı sonuna
kadar gitmeyi hedefleyen o gözü karalar iken, onların bir kısmı da bu söylentinin
kökleşmesiyle muhalefet saflarında belirecek umutsuzluğu kışkırtma peşinde
gözükmektedir. AKP’nin bir bakıma ‘gemi azıya almış gibi’ görünen bu tavrına
karşın iktidarı sandıkla bırakmama lobisinin başarı şansı olmadığı alenidir yani
açıktır. İç ve dış siyasal konjonktür bu türden düşünenlerin oluşturduğu lobinin
emellerini gerçekleştirmesine elverişli bir seyir asla izlememektedir. Seçimi
uyduruk türlü bahanelerle ertelemek veya hiç yapmamak veya milli iradeyi hile
ile ifsat yolunu tutarak, açıkça, afişe etmek biçimde istibdat rejimine yani
teokratik totaliterliğe böylelikle geçişin başarı kazanması için yoğun dış destek
almak zorunludur ama çok zor hatta günümüz koşullarında olanaksızdır.
Türkiye’de geçmişten beri yaşanan darbeler sürecinde dış dinamiğin değil,
yağma ve talan ekonomisinin neden olduğu ekonomik çıkmazın koyulaştığı
dönemlerde bile ekonominin ‘GAYET NORMALMİŞ GİBİ’ göründüğü sıralarda

dahi dış destek gerekliliği epeyce belirleyici ana etken olarak karşımıza hep
çıkmıştır. Şöyle ki; “Emperyalizm tarafından, Türkiye’de istediklerini
yaptıracakları uysal iktidarları yaşama geçirmek, kendilerine göbekten
bağlıymış gibi görünen siyasal İslamcı çevrelerin elbirliğiyle dizayn ettikleri AK
Parti’nin bu desteği sağlayacak, en güvenilir ortak değilse, Yahudi lobisinin
cesaret madalyalı kucaklamalarını başka türlü nasıl açıklamak
mümkündür?” diye düşünüp iktidarın gerekli dış desteğin her halükarda
sağlanacağı sonucuna varmak işte bu nedenle yanıltıcı ve aldatıcı olmalıdır.
Çünkü her şeyden önce AK Parti’nin de simgesi olduğu ‘siyasal İslam
modeli’ Arap baharları süreçlerinde yaşanan negatif deneyimlerin düş kırıcı
sonuçları yüzünden, emperyalizmin desteğini çoktan yitirmiştir. Öyle değil mi?.
Bu arada söz konusu modelin genel ve evrensel platform ve plandaki irtifa
kaybıyla paralel yani koşut olarak, AKP modeli de kendine has nedenlerin de
katkısıyla gözden düşmüş görünmektedir. AK Parti, yeni düzenin eşgüdümlü eş
başkanlığı özentilerine karşın başarısız olmuş ve gizli gündeminin kaçınılmaz
sonucu olan zaman zaman kontrolden kaçan denetlenemez davranışları
yüzünden, ‘hem beceriksiz hem de güvenilmez’ damgasını yememiş midir,
elbette yemiştir afiyetle ve de kaçınılmaz olarak!..
Bu durumda, Cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik çıkmazında ki yoğun
krize dönüşen ve boyutlarının, nerelere varacağı henüz tam belli olmayan
çıkmazda debelenmekte olan AKP iktidarının ihtiyaç duyduğu ölçüde desteği
sağlamadan, içeride duruma egemen olması hemen hemen olanaksız
görünmektedir. Türkiye’nin uluslararası konjontürün de katkısıyla gittikçe
ağırlaşan ekonomik durumu, denizi bitirmiş kaptanın gemisi gibi karaya
oturmuş olan yağma ve talan ekonomisinin günlük işleyiş çarklarını bile
döndüremeyecek derecede acze düşmüş biçimde, girdiği politik çıkmazda,
istibdat rejimini sürdürecek olanakları bulması da asla mümkün değildir.
Türkiye’nin dünya da daha doğrusu çağdaş anlamda Batı dünyasındaki yerinin,
NATO’daki işlevinin yeniden gözden geçirildiği ve aldığı güven notunun sürekli
düştüğü bir dönemde, AKP’nin çarkları çevirecek, geniş toplum kesimlerinin
yoğun yoksullaşması yüzünden halkın desteğini de kaybettiği bir ortamda
istibdadını artırarak sürdürmesinin artık olanaksız olduğunu aklı başında olan
herkes apaçık görmektedir…