Aslında oldukça uzunca bir süredir, özellikle 2007’den itibaren başlayan ve 2014 sonrasında ise hız kazanan siyasal süreci şaşkınlık ve ibretle izlerken ülkemizde yaşanan bu gelişmeleri, meydana gelen olayları birçoğunuz gibi bende yakından takip ettim elbette…
Bu sütunlarda yakın geçmişte yayımlanan yazılarımın bazılarında değindiğim bir konuya yani ‘toplumda akıl tutulmasının aymazlık haline’ bugünkü yazımda farklı bir bakış açısıyla yeniden değinerek ‘zaruret hasıl olması’ nedeniyle bazı eklentilerde bulunacağım. Öncelikle ‘neden zaruret hasıl olduğunu’ kısaca açıklamak istiyorum; 1970’li yılların özellikle ikinci yarısından itibaren toplumda ‘kutuplaşma ve kamplaşma’ doruk noktasına ulaştı. Ülkede hüküm süren anarşi ve kaos ortamı bence siyasilerin gerginliği daha da tırmandıran halleriyle 12 Eylül 1980 darbesine zemin hazırlayan temel gerekçeyi oluşturmuştu. Gel zaman git zaman aradan yıllar geçti, ülke toplumu o yetmişli yıllardaki kutuplaşma ve kamplaşma sürecine aynı yoğunlukta bir daha girmedi, sokulamadı açıkçası.
Ama yazımın ilk cümlesinde de belirttiğim gibi 2007 sonrası süreçte iyice belirginleşerek kendini göstermeye başlayan ‘ötekileştirme, ayrıştırma çabaları’ toplumu bilhassa 2011 ile 2014 arası süreçte daha aleni ve epeyce belirgin biçimde yeni bir kutuplaştırma ve kamplaştırma sürecine soktu. Bir başka deyişle üzülerek söylüyorum, toplum olarak çok fazla savrularak ayrıştık! Bunun üzerine bir de 15 Temmuz 2016'da yaşanan hain darbe girişimi yani ‘KALLEŞ FETÖCÜ’ kalkışma yaşandı. Bu konuları derinlemesine iyice irdelemeden etraflı yani kapsamlı biçimde yazmak istemedim ama yaşanan bazı gelişmeler, gördüklerim, gözlemlediklerim ve yaşadıklarım nedeniyle bazı şeyler tavan yaptığından dolayı yazımın başında da belirttiğim gibi ‘zaruret hasıl oldu’ ve yazmaya yani dilimin döndüğünce anlatmaya karar verdim.
Bu arada ‘neden böyle olduk, bu noktaya geldik?’ sorusuna yanıt, içine sokulduğumuz duruma sebep ararken de yüzyıllardır genlerimize adeta enjekte edilen ‘Biat kültürü’ şeklinde ifade edilen ve tanımlanan kavramın varlığını sorgulamak gerektiğine inandım. Çünkü aile yaşamımız, eğitimimiz, sosyal konumumuz, dinsel inancımız, görevimiz ne olursa olsun, değişik neden ve gerekçelerle ‘Biat etmek’ genlerimize işlenmiş durumdadır. Biat etmeyenler ya da etmediğini sananlarda ise ‘Her şeye karşı olma yani muhalefet kültürü’ oturmuştur.
Şöyle ki; açın günlük gazeteleri okuyun, televizyon kanalları arasında gezinin sözde aydınlarımız, aydın geçinen aymazlarımız, birilerinin pompalaması ile aydın olduğunu sanan aslında yalakalık yapan salaklarımız, çok bilmiş geçinen aptallarımız, iktidara yakın ya da muhalifmiş gibi görünen kurşun kalemli(!) yazarlarımız, iğdiş edilmiş haldeki düşünce gücünü yitirmiş sözde düşünce insanlarımız sürekli kutuplaşmadan yakınarak öylesine kutuplaşmayı körükleyen bir vaziyet içindeler ki, o yüzden bir türlü inandırıcı, ikna edici ve samimi olamıyorlar. İşte bu durumun bana göre temel nedeni, toplumda akıl tutulmasının aymazlık haliyle yaşanan yani yaşatılan, o sebepten dolayı körüklenerek yoğunlaşan ‘toplumsal kutuplaşmadır!’
Bunun sebebi de biat kültürünün iliğimize kemiğimize hücrelerimize kadar işlenmiş olmasından kaynaklanmaktadır. O nedenle yukarıda eleştirerek bahsettiğim zevatın da yoğun gayretleriyle toplumun önemli kesiminde daha şimdiden benliğini, kişiliğini hatta aklın düşünce gücünü yitirmiş bir durum oluşmuştur. Maalesef ne kadar iyi ve yüksek düzeyde eğitim alınırsa alınsın, toplumda yaşam standardı ne denli yüksek olursa olsun, hiçbir şey bunu asla değiştiremiyor. Onlar ya mutlak saydıkları ‘güce’ biat ediyorlar, ya da ‘o gücün karşıtlarına…’
Yüzyıllardır toplumumuza değişik nedenlerle ‘biat etme’ sürekli pompalandı, en ufak farklı düşünceyi ifade etmek bile toplumdan dışlanmak için yeterli oldu. Araştırma, soruşturma ve sorgulama eğer ‘biat edilen güce hizmet ediyorsa’ kabul gördü, muhalifse hemen dışlandı. Hatta o karşıt gibi görünenler veya gösterilenler çok ağır bedeller ödemek zorunda kaldılar, bırakıldılar. ‘Nüfusunun büyük çoğunluğunun Müslüman olduğu bir toplumda’ diye bir cümleye burada kurmak istemiyorum çünkü bütün semavi dinlerde hoşgörü esastır. Ama ne yazık ki bizim toplumumuzda ve de özellikle son süreçte hiçbir muhalif düşünceye veya görüşe asla hoşgörü gösterilmiyor. Aslında yüce dinimiz ‘İslam’da hoşgörü’ büyük önem taşımaktadır. Ama her nedense biat kültürünün getirdiği hatta egemen kıldığı ‘toplumsal akıl tutulmasının aymazlık hali’ nedeniyle konunun bu kısımları birilerinin işine hiç gelmediğinden dolayı kesinlikle anımsanmıyor, ya da anımsanmak istenmiyor.
Sonuç olarak; ifade ettiğim tüm bu konular kapsamında doğru tektir, sana, bana, ona, şuna göre değişmelidir, diye düşünüyorum. Toplumsal akıl tutulması hastalığının aymazlık halinden nasibini almamış, dolayısıyla ‘biat kültürüne biat etmemiş’ olan herkes mantıklı düşündüğünde konuya ilişkin değişmeyen doğruları bulabilecektir. O yüzden kimsenin bu konuda kıvırmasına, eğrilmesine, boyun eğmesine mazeret üretmesine kesinlikle gerek yoktur. Herkes o bahsettiğim konularda isabetli teşhislerle o doğrular da buluştuğu sürece toplumda istenen ve beklenen iç barış yani huzur sağlanacaktır. Aksi halde tıpkı şimdiki gibi kısır bir döngünün içinde dolaşıp durur, bir yere gidemeyiz. Sadece akla, düşünceye ve doğrunun gerçeğine biat eden bir toplum özlemi dileklerimle…
Yorum yapın