Polis memuru Şeyda Yılmaz görevi başında bir sokak serserisi tarafından şehit edildi. İki satırlık gazete ve televizyon haberleriyle geçen birkaç günün ardından herkes kabuğuna çekilmiş, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor. Ateş sadece düştüğü yeri yakmıyor toplum olarak içimiz yanıyor. Fakat toplumca bu sessizlik ve tepkisizlik beni korkutuyor. Geçmişte yaşadıklarımız gibi bu olayı da unutup gideceğiz. Şeyda kızımız henüz 27 yaşında hayatının baharında gencecik bir vatan evladıydı. Kendisi gibi polis memuru olan eşi Semih Yılmaz, eşinin şehit haberini telsiz anonsuyla öğreniyor. “Bizim sevdamız vatan uğruna yarım kalan sevdalardan oldu, şehadetin kutlu olsun canım sevgilim” diyecek kadar da vatan sevdalısı.

Akla mantığa sığmayan, izahı olmayan ve devletin ihmalkarlığıyla gelen bir ölüm. Sebep ve neden ne olursa olsun gencecik kızımızın hayatından daha değerli ne olabilir ki? 26 suç kaydı olan birisi nasıl dışarıda olabilir? Toplum olarak yarı açık cezaevinde yaşıyoruz. Katili aramızda, tecavüzcüsü aramızda, hırsızı aramızda. Suçlular dışarıda biz onların aralarında rehine olarak yaşıyoruz. Hükümet, Adalet Bakanlığı seyrediyor!

Her şehidin, kahpe pusunun ve yok yere toprağın kara bağrına düşen vatan evlatlarımızın ardından dillerinden dökülen iki kelime “Vatan sağ olsun.” Acıyı, yürek yangınını ve yaşanacak onca hayalleri bu iki kelimeye sığdıra biliyoruz. Vatan elbette sağ olsun. Fakattt! Bu gençlerin şehadetindeki sorumlular nerede? Benim gözümde en az bunu yapan cani kadar devlet yetkilileri de suçlular.

“Şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganını sıkça duyarız. Özellikle şehit cenazelerinde gür sesle atılan slogan, şehidin naaşı toprağa verildiğinde biter. Bir sonraki şehit cenazesine kadar duyulmaz. Şehitler ölüyor hem de yok yere hem de kalleşçe hem de gözlerimizin önünde. Sadece cephede ya da terör örgütleri tarafından değil, içimizdeki hainler tarafından da ölüyorlar. Ülkem bölünüyor, her milletten milyonlarca mülteci içinde kendimizi vatanımızda yabancı hissediyoruz. Biz halen yumruklar havada “şehitler ölmez vatan bölünmez” naraları atıyoruz. Ellerimizle gözlerimizi, kulaklarımızı ve ağzımızı kapatmış üç maymunu oynuyoruz.

Evladını gönül rahatlığıyla okula gönderemeyen aileler, bankamatik kuyruğunda maaşını çekinerek çeken amcalar, sokakta yürümeye korkan gençler ve trafikte araç kullanmaya korkan yurdum insanları. Kim dur diyecek bu “kelle koltukta” yaşama. Eski refahımız, insanlığımız, komşuluğumuz, yardımlaşmamız hangi çağda kaldı. Oturduğumuz çok katlı lüks rezidanslarda komşularımızı tanımıyoruz. Biz hangi ara bu kadar acımasız ve cani bir toplum olduk.

 

Gencecik polisimizi şehit eden bu alçağın tam bir suç makinesi olduğunu devlet biliyor.

UYAP ta 19 kaydı var. Beşine kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veriliyor. 1 dosyada yargılanmış hükmün açıklanması geri bırakılmış. 8 dosya birleştirilmiş, bunlar uyutturucu kullanma suçu. Geri kalan 5 dosyanın 3'ünün soruşturması devam ediyor. Bunlar da uyuşturucu kullanmak, tehdit, kötü muamele gibi TCK'da basit suçlar olarak değerlendirilen suçlar. Bunlar 2024 tarihli olup soruşturması da devam ediyor. Henüz iddianame aşamasına gelmemiş. Diğer 2 dosyaya gelince; Birinden 3 yıl 20 gün ceza almış bu dosya istinaf aşamasından yani kesinleşmemiş.

Diğeri de kasten yaralama suçu. Bunun da yargılaması devam ediyor ve bu cani aramızda elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Bu işler katili çöp poşetine koyarak “sen mikropsun” demekle olmuyor. Hayvan durum izleme arabasına koyarak şov yapmakla olmuyor. Hani “devletin kestiği parmak acımaz" derlerdi. Kangren olmuş parmağı kesmemekle devlet suç işlemiştir. Bu caniyi serbest bırakmakla suça ortak olmuştur. Bu ülkede çok acil sil baştan yeni bir "adalet reformuna" ihtiyaç vardır. Elinde kutsal kitap dilinde din ve iman eksik olmayanlardan Hz. Ömer adaleti bekliyorum. “Kenarı Dicle'de bir kurt kapsa koyunu, gelir de adli ilahi Ömer’den sorar onu!”

Sağlıcakla…

Damga Gazetesi’nden alıntıdır.

 

Saygılarımla