Yazımın başlığını okuyanlar şunu sorabilir; “O zaman Atatürk, Osmanlı’yı yıkıp neden Cumhuriyeti kurdu?” Bu soruya yanıtım hazırdır; “Atatürk Osmanlı’yı yıkmadı. Osmanlı kendini önce parçaladı sonra da yıktı. Basiretsiz Padişahlar ve onların hem cahil hem de gafil idarecileri yani vezirleri, paşaları, sadrazamları, nazırları, Osmanlı’nın çöküşüne sebep oldu. Kaba tabirle Osmanlı kendi başını yemiş oldu.” Bugün sözde Osmanlı sevdalılarının bilmediği, daha doğrusu bir türlü anlamadığı, anlamak istemediği şudur; Dört yüz seneyi aşkın bir süre beş kıtaya hükmeden Osmanlı İmparatorluğu duraksama ve gerileme döneminden sonra kaçınılmaz biçimde çöküş ve yok olma sürecine girmişti. Bu süreci önlemesi, tersine çevirmesi gerekenler yani Osmanlı hanedanının başındaki Padişahlar olmak üzere, onların emrinde ve tebaasında bulunan cehalet, gaflet ve hatta hıyanet içindeki idarecileri düşman tarafından her karış toprağı işgal edilerek talan edilen Osmanlı’yı tarihin karanlık sayfalarına terk etmiş yani yıkmışlardır. Kendisi de bir Osmanlı subayı olan Mustafa Kemal Paşa ise yıkılan Osmanlı’nın yerine yepyeni bir devlet, yani Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Atatürk’e ‘Osmanlı’yı yıktı, çünkü Osmanlı’ya düşmandı!’ diye acımasızca saldıranlar, ona düşman olanlar, aşağıdaki satırları dikkatle bir değil birkaç kez okusunlar, sonra akılları ve vicdanları el veriyorsa veya yürekleri yetiyorsa Atatürk’e saldırsınlar!..

Atatürk’ün Osmanlı’ya, Türk ve İslam tarihine bakışını, düşüncelerini anlatan sözlerine bir bakarsak; Henüz Harp Akademisi’nde öğrenci iken tuttuğu notlarda padişah Yavuz Sultan Selim’i Çaldıran savaşı sırasında ne şart içinde olursa olsun soğukkanlılığını hiç kaybetmediği için takdir ettiğini anlatmıştır. 1904 yılında ise yine Harp Akademisinde öğrenci iken not defterine, ‘Meşhur Osmanlı Kumandanları’ başlığı altında Makbul İbrahim Paşa ile Lala Mustafa Paşa’nın biyografilerini yazmış, Osmanlı’nın her devlet adamından da övgü ve beğeniyle söz etmiştir. Osmanlı’nın son dönemlerindeki politikalarını alabildiğince sert biçimde eleştiren Atatürk, Türk ve İslam tarihindeki bütün önemli isimler gibi Osmanlı tarihinin anıtlaşmış isimlerine de gereken önemi vermiştir. Atatürk’ün en çok değer verdiği tarihi isimlerin başında peygamberimiz Hz. Muhammed ile Cengiz Han, Timur, Yıldırım ve özellikle Fatih Sultan Mehmet gelmektedir. Mesela Hz. Muhammed için, “Benim, senin adın silinir; fakat o daima ölümsüzdür” demiştir. Yıldırım Beyazıt için de: “Bir gün ressamlar kahramanlık simasını eğer kaybederlerse Yıldırım’ın şahsında hepsini bulabilirler” demiştir. Selçuklu hükümdarı Timur’u ise çok akıllı bulduğunu belirtmiş “Onun yaptıklarını ben yapabilir miydim, bilmiyorum” diyebilme olgunluğunu göstermiştir. Çok önem verdiği Fatih’ten ise; “Çok büyük adamdı!” diye söz etmiş ve İstanbul Rumeli Hisarı’na Cumhuriyet’in ilk yıllarında büyük bir Fatih heykeli diktirmek istemiştir. Dahası Atatürk, 1930’lardaki tarih çalışmaları kapsamında Osmanlı tarihinin de bilimsel bir şekilde araştırılmasını istemiş ve ilk olarak yurt dışında Tarih doktorası yapan manevi kızı Afet İnan’a ünlü Osmanlı denizcisi Piri Reis’in yaşamını araştırma görevi vermiştir. Atatürk’ün Osmanlı padişahları hakkında en ilginç değerlendirmesi ikinci Abdülhamit hakkındadır. Bir zamanlar Abdülhamit istibdadını yıkmak için mücadele etmiş, hatta Harp Okulu’ndan mezun olur olmaz Abdülhamit karşıtlığından dolayı bir süre hapis yatmış olan Atatürk, 1937 yılında Abdülhamit hakkında şunları söylemiştir; “Abdülhamit hakkında kişisel kanaatimi kısaca söyleyeyim. Tecrübelerim göstermiştir ki, toprakları üstünde yaşayan insanların çoğunun durumu kuşkulu ve sınırları düşmanlarla çevrili bir büyük devlette Abdülhamit’in yönetimi esasen büyük hoşgörüdür.” Bazen politikalarını eleştirmiş olsa da Atatürk’ün en sevdiği, en beğendiği Osmanlı padişahı tartışmasız Fatih Sultan Mehmet Han’dır. Atatürk, 1930’da Afet İnan’a, Fatih Sultan Mehmet’in en büyük başarılarından biri olan İstanbul’un fethi hakkında şu çarpıcı sözleri söylemiştir; “İstanbul’un fethi olayını değerlendirirken diyenler vardır ki, Bizanslılar Türklerden daha medeni idiler, fakat Türklerin harsı kuvvetli olduğu için galip ve başarılı oldular. Bu anlayış anlatım doğru değildir. Gerçekte Türkler Bizanslılardan daha hem daha medeni idiler hem de ırki karakterleri onlardan yüksekti. Medeniyet dediğimiz harsın üç önemli özelliğini göz önünde tutarak olayı değerlendirirsek fikrimiz kolaylıkla anlaşılmış olur. İstanbul’u alan Türkler, devlet hayatında elbette Bizans İmparatorluğu’ndan çok yüksekti. Türklerin İstanbul’un fethinde inşa ve icat ettikleri gemileri toplar ve her çeşit araçlar, gösterdikleri yüksek fen yeteneği, bilhassa koca bir donanmayı Dolmabahçe’den Haliç’e kadar karadan nakletmedeki dehası, daha önce Boğaziçi’nde inşa ettikleri kuleler, aldıkları tedbirler, Bizans’ı alan Türklerin fikir ve fende ne kadar ileri olduklarının yüksek şahitleridir.” Mustafa Kemal, İstanbul’un fethinin arkasındaki ‘akla, fenne, tekniğe’ vurgu yapmaktadır. ‘Yüksek bir akılla’ İstanbul’u fetheden zihniyetle övünen Atatürk, daha sonraki yüzyıllarda ‘yüksek bir akılsızlıkla’ bir devleti batıran zihniyeti yani ‘hain Padişah Vahdettin’ üzerinden Osmanlı’yı sadece eleştirmektedir, günümüzde bazı gafillerin ileri sürdüğü gibi Osmanlı’ya düşmanlık ya da Osmanlı’yı inkar etmemektedir. Aslında mesele bu kadar açık, net ve basittir!..