Bireylerin ve toplumların ne denli özgürlüğe/özgürlüklere gereksinimi olduğunu bugünlerde yaşadığımız acı örnekler yani savaşlar, çatışmalar, krizler bir kez daha ortaya koymaktadır. Özgürlük ve özgürlükler olmadan ne eğitim de, ne ekonomi de, ne de toplumda rahat, huzur ve refah gerçekleşebilir. Beş gün sonra 100. yılını kutlayacağımız ‘CUMHURİYET’ bizlere özgürlüğü anayasal temel bir hak olarak sağlayan, en güzel, en çağdaş yönetim biçimi olduğu için bu kutlu bayramla taçlandırılmıştır. O nedenle büyük coşkuyla, onurla ve gururla kutluyoruz, kutlayacağız. Türkiye Cumhuriyeti’ni yaşatmak, kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü; onun ilkelerini, devrimlerini, Cumhuriyetin kurumlarını ve değerlerini korumakla olur. Ancak devlet kadrolarına sızan ‘meczup, puşt ve hain Cumhuriyet karşıtları’ dahası düşmanları bir an bile hiç ama boş durmamaktadır. Cumhuriyet’in sağladığı olanaklarla yetişen bu sözünü ettiğim gerici gafiller de her türlü olanağı kullanıp yoğun biçimde Cumhuriyet devrimlerini yozlaştırma çabası içindedirler. Örneğin; Eğitimde dini cemaat, vakıf ve derneklerle işbirliği yapıp Tevhid-i Tedrisat kanununa yani ‘Eğitimin Birleştirilmesi’ yasasına ve dolayısıyla laikliğe aykırı davranmaktan hiç çekinmiyorlar. Bakalım daha ne kadar sürecek bu meydan okuma? Diye düşünmeden edemiyorum. Günümüzde ülkeyi yönetenler milli eğitimi sözünü ettiğim bu vakıf ve derneklerin güdümüne bırakmış durumda değiller mi? Kısaca ifade etmek gerekirse milli eğitim de diğer alanlarda olduğu gibi, sorunlar yumağı biçimine sokulmuş durumdadır. Tüm bunların başında öğretmen için de öğrenci için de önce özgürlük gelir, gelmelidir. Eğer bir öğrenci öğretmenine soru soramıyor ise, bir gazeteci ülkeyi yönetenlere soru soramıyor ise, o okulda eğitimden, o ülkede adaletten, basın özgürlüğünden, tüm özgürlüklerden asla söz edilemez!..
Orta öğretim de hatta yükseköğretimde bir öğrencinin öğretmenine, hocasına soru sorabilmesi için, öncelikle özgür olması, kendini özgür duyumsaması yani hissetmesi gerekmektedir. Soru soran, öğrendiğini sorgulayan böylelikle en doğruya gerçeğe ulaşabilen öğrenci ancak başarılı olur. Zaten bilim/bilimsellik soru sorma, sorgulamayla başlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Kültür Bakanlarından aynı zamanda şair ve yazar olan Talat Halman’ın kaleme aldığı ‘21. Yüzyılda Üniversite ve Kültür’ adlı kitabında şöyle bir anekdot yer almaktadır; “İ. İ Rabi adlı bir önemli fizik bilgini vardı, 1991’de Nobel Fizik Ödülü’nü kazandı, uzun yıllar Columbia Üniversitesi’nde profesördü. Nobel ödülünü aldığı zaman gazeteciler sormuşlar: Sizi bu ödüle götüren en önemli faktör nedir, en etkileyici kişi kim olmuştur?” Ondan herhalde hocalarından birisinin adını vermesini beklemişler; ama Rabi demiş ki: “Annemdi, çünkü ben ilkokuldayken her gün okuldan eve geldiğimde, iyi not aldın mı, öğretmenin sana aferin dedi mi, başarılı oldun mu” diye sormazdı hiçbir zaman. Bana hep aynı soruyu sorardı: “Bugün derste iyi soru sordun mu?”
Kısacası Türk ulusuna Cumhuriyet’in getirdiği en önemli değerlerden biri belki de en önemlisi özgürlüktür. Soru sorma özgürlüğü de bunların en başında gelmektedir. Bu bağlamda değerlendirildiğinde geçen yıl bu günlerde Meclis’te kabul edilip yasalaştırılan ‘Sansür yasası’ diye tabir edilen yasa bence doğrudan eğitimi de negat5if anlamda etki etmiştir. ‘Cumhuriyet devrimlerine’ karşı olanların devrimleri daha da yozlaştırmasına maalesef kapı aralamıştır. O zaman ‘umarım yanılan ben olurum’ demiştim ama gidişat benim bu öngörümün doğru çıkacağını göstermiştir. Öte yandan belki anımsayacaksınız, geçen yıl ekim ayının ortalarında AKP’nin tepe yöneticilerinden Mahir Ünal’ “Cumhuriyet bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir. Bugün konuştuğumuz Türkçe ile bir düşünce üretemeyiz sadece konuşma ihtiyacımızı karşılayabiliriz” şeklinde bir açıklamayla partisinin de gündemini meşgul etmesi onlar açısından en hafifiyle abesle iştigal bir durum ortaya koymuştu. Mahir Ünal öyle sanıyorum ki, Anayasa’nın 3. maddesini hiç bilmiyordu veya biliyor da ne anlama geldiğini anlamıyor, anlamak istemiyordu. Bu durum onun bu milletin bir ferdi olarak dil bilincinden yoksun olması anlamına gelmektedir, kanısını hala kuvvetlice taşımaktayım. 1982 Anayasası Madde 3. “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütündür. Dili Türkçedir.” Türkçe 5 bin yıllık köklü bir dildir. Yeryüzünün anadillerinden, ölçünlü dillerinden biridir. Aynı zamanda bir hukukçu dostum, avukat ağabeyimin yorumuyla “AKP’li Mahir Ünal’ın geçen yıl Kahramanmaraş’taki o konuşmasındaki açıklamaları son zamanlarda çok kullanılan, 13.10.2022 tarih ve 7418 sayılı Kanun’un 29 maddesiyle Türk Ceza Kanunu’na eklenen 217/A maddesiyle cezalandırılması öngörülen açık bir ‘dezenformasyon’ yani tipik bir bilgi çarpıtma örneğidir. Ayrıca bu sözler, Cumhuriyet devrimlerine karşıt, önyargılı bir tutumu yansıtmaktadır.”
Ancak ben yine de Cumhuriyet ve Atatürk’ün ‘aydınlanma, çağdaşlaşma devrimleri karşıtı’ tüm bu olumsuzlukların, o türden sözlerin bağnazca açıklamaların gelip geçici olduğuna inanmak istiyorum. Bu denli de bir iyimserlik içerisindeyim açıkçası. Çünkü yürekten inanıyorum ki, Atatürk tarafından 100 yıl önce ilan edilen Cumhuriyet yönetimi bana göre, halkın yüzde 99’unun hatta yüzde yüzünün benimsediği bir yönetim modeli haline gelmiştir. Ne var ki kimi Cumhuriyet karşıtlarının devlet yönetiminde bir süreden beri görev almaları ve Cumhuriyet’e tam karşıt bir yol izlemeleri işte bu nedenle hiçbir işe yaramayacaktır. Cumhuriyet’in hemen tüm kurumları onca aşındırmaya, yozlaştırılamaya rağmen yine de güçlü ve de dimdik ayakta kalacaktır. Cumhuriyet demek, ‘özgür, bağımsız ve mutlu bir Türkiye” demektir. Beş gün sonra 100. Yılını kutlayacağımız Cumhuriyet Bayramımızı biraz erkende olsa içtenlikle yürekten kutluyorum! Yaşasın CUMHURİYET, hep var olsun CUMHURİYET!..
Yorum yapın