ANLAYIN ARTIK KORKUTARAK YENDİLER!

Meselenin özünün doğru anlayıp, anlamak adına biraz geçmişe gidelim. Sanıyorum 2017 yılının başlarıydı. Otel Basri’nin bodrum katı salonunda Cumhuriyet Halk Partisi Balıkesir il örgütü tarafından danışma kurulu toplantısı yapılıyordu. O toplantıda gayet iyi anımsıyorum, yaklaşan Anayasa değişikliği halk oylamasına ilişkin konular, stratejiler konuşulması gerekirken toplantıda söz alan konuşmacıların hemen hepsi, yani abartmıyorum, lütfen inanın bana, on partili konuşmacının dokuzu öfke ve hınç içerisinde sanki referandum değil genel seçim yapılacakmış gibi, seçimleri kazanıp, hemen ardından AKP’den ve AKP’den yana olan herkesten hesap sorulmasını, “DEVR-İ SABIK” yaratılmasını ısrarla isteyen, talep eden sert sözler sarf ettiler. Söz konusu toplantı basına kapalı gerçekleştiği ve ben o toplantıda dönemin CHP Balıkesir il Başkanı değerli dostum Ender Biçki’nin hoşgörüsüyle bulunduğum için, o sözünü ettiğim hınç ve öfke dolu konuşmaların içeriğine girmek istemiyorum. Amacım lafı şuraya getirmektir. Yazımın başlığında belirttiğim gibi Adalet ve Kalkınma Partisi ve Recep Tayyip Erdoğan geride bıraktığımız milletvekili genel seçim seçimlerini de ikinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de korkutarak kazanmayı başardılar, başta CHP olmak üzere ittifak halinde muhalefeti korkutarak yendiler. Söz konusu korkulara da sebep oluşturan ortam ve iklimi de Cumhuriyet Halk Partisi tabandan tavana kendi eliyle, oluşturdu, yani bir anlamda besleyip büyüttü.   Bu noktada sorulacak soru çok önemlidir; çünkü başta CHP olmak üzere topyekün muhalefetin seçim sürecinde ‘neyi, nasıl yanlış yaptığını’ da ortaya çıkarılması gerekmektedir. Çünkü seçmen, salt AKP ve Erdoğan tarafından değil başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partisi bileşenleri tarafından da korkutuldular.

Şimdi bir de resmin büyüğüne, fotoğrafın geneline, tamamına bakalım isterseniz. Kamuoyunda ‘Korkutma, korku uyandırma’ dünyada sağ ve faşist partilerin propaganda yöntemidir öteden beri. Örneğin Almanya’da Nazi döneminin propaganda bakanı Hermann Göring, siyasal baskıyla korkutmanın en büyük ustasıydı. Keza ABD’nin Irak ve Afganistan’ı emperyalist emelle işgali, 11 Eylül 2001 saldırıları ardından korku yaratarak gerçekleştirildi. Türkiye'de ise siyasal araç olarak ‘korku kültürü’ yaratanlar ise çoğunlukla sağ partiler ve askeri darbeler oldu. 1950’lerde başlayan ve 1980’lerin sonuna kadar devam eden ‘Komünizm gelecek’ korkusu gibi…

Bu koku kültürünün uzantısı en son, AKP'nin 1 Kasım 2015 seçimleri öncesi olduğu gibi ‘istikrar bozulacak, kaos çıkacak korkusu’ ana temalı propagandasını kullanması ve de başarılı olması gibi..

O kadar ki; AKP’nin bu son seçimde ısrarla kullandığı “Bunlara oy verirseniz aslında Kandil’deki teröristler iktidar olacak” söyleminin gayet başarıyla tuttuğunu ve sandık sonuçlarına yansıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak konuya öteden beriye sağ partilerin korkutarak oy kazanma yönteminde başarılı olduğu gerçeğini vurgulayarak bir sonuca ulaşmamız, ulaşsak bile sağlıklı ve net, eksiksiz bir sonuç çıkartmamız mümkün değil. Konumuz, buraya kadar vurgulayarak anlattığı konuların devamında, uzantısında bu son seçimlerde ‘CHP ve Kılıçdaroğlu ne yaptı da sağ seçmen korkup yine iktidarı destekledi?’ sorusuna somut ve net bir yanıt bulmak ve başta ‘hayat pahalılığı olmak üzere Erdoğan’dan kopan seçmen kitlelerine ne yapıldı da tekrar Erdoğan’a sığınmaları sağlandı?’ sorusuna aynı biçimde yanıt aramak olmalıdır, kanısındayım. Soner Yalçın, geçenlerde bir yazısında benzer durum üzerine yazdıklarının bir kısmında Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ‘kazanması çok zor’ dediğini ve karşı çıktığını anımsatarak Kılıçdaroğlu’nun danışmanlarının ise kendisine verdiği yanıtta, ‘taşı koysak yine kazanır’ dediğini anlattı. O zaman, ‘Teokratik otoriterlik, hayat pahalılığı ve benzeri nedenlerle iktidara çok kızanlar ve uzaklaşanlar sandıkta neden tekrar AKP’ye ve Erdoğan’a oy verdi?’ Sorusuna yanıt versinler bakalım!..

“İki yıldır süren ‘helalleşme’ retoriği seçim döneminde ‘hesap soracağız’ söylemi gerisinde kaldı. Yolsuzluğa ‘her kim’ bulaştıysa, ‘hangi isme’ ulaşırsa ulaşsın ilk yüz günde tereddüt etmeden hesap soracağız. Sarayın beslemelerinden hesap soracağız. Devletin hazinesine el uzatanlardan hesap soracağız. Kul hakkı yiyenden hesap soracağız.” Bu sözler, söylemler doğrudur, yanlıştır, haklıdır, haksızdır, işin bu tarafında değilim, konumuzda bu değil. Konumuz bu sözlerin nasıl algılandığıdır!..

Parti tabanı ve hatta muhalefet tabanı; Kılıçdaroğlu’nun bu ‘tehditkar’ da denilebilecek söylem ve sözlerinden memnundu aslında ama…

Ama’sı şu; Son süreçte önce ‘helalleşme’ isteyen Kılıçdaroğlu seçim sürecinde ise tabanını bir anlamda diri tutmak yani konsolide etmek amacıyla ‘tehditler’ savururken, karşı mahalleyi korkuttuğunun farkında bile değildi kanımca…

AKP iktidarı döneminde sadece büyük varlıklara kavuşanlar, birden zenginleşenler değil, ev, araba alan yeni türemiş ‘orta sınıf’ bile bu türden tehditleri üzerine aldı; “birikimlerimiz, güç bela elde ettiğimiz varlıklarımız elimizden mi gidecek?” korkusuna düştüler. Bu tür korkular da ister-istemez ‘mağduriyet yaratma, mağdur olacağım’ korkusu yarattı sözünü ettiğim toplum kesiminin önemli bir bölümünde. O nedenle “Mağdur edileceğim, mağdur olacağım” duygusu ve korkusu bir an da karşı tarafı kenetledi, sizin anlayacağınız saflar sıklaşıverdi. Zaten Kılıçdaroğlu’na ‘belirsizliğin’ egemen olduğu karşı mahallede bulunanların bu türden korkuları, sandıklara CHP’lilerin tahminlerinden epeyce çok farklı yansıyıverdi! Çünkü insan, korkudan ‘korunmak amacıyla’ iktidar yaratır. Böylece AK Parti’den ileride acı çekeceğinden korkup CHP’ye gelenleri kimi pek bilmişler, farkında bile olmadan yarattıkları korkuyla iteklendiler. Ortaya bu malum sonuç çıkıverdi; Erdoğan ve AK Parti yine kazandı, Kılıçdaroğlu ve muhalefet yine kaybetti. Bu anlattıklarım ışığın isterseniz bir kere daha düşünün, ne, nasıl, neden oldu ve nasıl yine kaybeden biz olduk, diye…