AMERİKAN MODELİ TÜRKİYE’DE Mİ UYGULANIYOR?
Geçenlerde ekonomi içerikli bir yazımda 1979’dan itibaren ABD’de sanayide
çalışanların sayısının gerilemeye başladığını, bunun sonucunda ortalama reel
ücretin 1979’dan 1996’ya kadar sürekli düştüğünü anlatmaya çalıştım. Ancak
kapitalizmde büyüme esastır ve milli gelirin talep tarafında en büyük kalem
tüketimdir, bunun da ezici ağırlığı ücretlilerden kaynaklanır. O halde ortalama
reel ücret sürekli gerilediği halde Amerikan ekonomisi son 40 hatta 45 yıldır
nasıl büyüyebildi, hiç düşündünüz mü?.
İç piyasalarda talebi büyütmenin sağlıklı yolu eskimiş tesisleri yenilemeye veya
teknolojik gelişme kaynaklı yeni üretim alanlarına girmeye yönelik yatırımlarla
ücretli sayısını artırmak ve reel ücretleri yükseltmektir. Fakat bunu yapacak
durumda değilseniz, o zaman halkınıza iş sağlayarak para kazandırmak yerine
onlara kredi verirsiniz. Halkın kazancı artmasa da eline geçen düşük faizli, uygun
şartlı krediyle tüketim yapmaya başlar. Böylece reel ücretlerin gerilemesinden
kaynaklanan talep eksikliğini başta otomobil ve konut olmak üzere tüketici
kredilerinin yarattığı alım gücü doldurur. İşte II. Dünya Savaşı’ndan sonra
sadece dünyanın en büyük üreticisi ve ihracatçısı değil, doların rezerv para
olması sayesinde dünyanın en büyük bankeri de olan ABD, reel ücretlerdeki
gerileme ekonomik büyümenin önünü kesince 1990’larda bu sisteme yöneldi.
Tüketici kredilerindeki bollaşmanın nasıl gerçekleştiğini örneklerle anlatmaya
çalışayım: Eskiden ABD’de kredi kartı borcunun ödenmemesi o kişinin kara
listeye girmesine, uzun süre, belki de ömür boyu bankalardan kredi
kullanamamasına yol açardı. Yeni sistemde ise kredi kartı kapatılan kişiler
bankalarla pazarlık yapıp eski borcu yeni borçla kapatmak yoluyla kredi
müşterisi olmaya devam edebildiler. Eskiden ABD’de ipotekli konut kredisi
alabilmek için evin değerinin yarısını alıcının ödemesi gerekirdi. Yeni sistemde
bu oran yüzde 5’e kadar indi. Eskiden kredi kartı bir kez kapatılan biri asla
mortgage kredisi alamazdı, bu kısıtlama da artık tarihe karıştı, defalarca kartları
kapatılanlar da mortgage kredisi almaya başladılar. 1997’de ABD’de mortgage
kredilerindeki yıllık artış 200 milyar Dolardı, 2005’te bu rakam 1 trilyona Dolara
ulaştı. 1947’den beri verilmekte olan mortgage kredilerinin toplamı 1997’de 1.2
trilyon Dolardı, 2009’da bu rakam 3.8 trilyon Dolara yükseldi. Yeni konut yapımı
yol, su, elektrik, kanalizasyon gibi altyapı hizmetlerinden otomobil ve her türlü
ev eşyası üretimine kadar birçok sektöre talep yarattığı için durgun bir
ekonomiyi canlandırmanın en kestirme yoludur. Ne var ki ABD’de olduğu gibi
konut sektörünün büyümesi ile halkın gelir düzeyi arasındaki bağlantı koparılır,
sektör ve dolayısıyla ekonomi halka geliriyle ödeyemeyeceği boyutta kredi
yüklenmesiyle büyütülecek olursa olay saadet zincirine dönüşür. Bu durumda
sistemin devam etmesi için ya faizlerin sürekli düşmesi ya da konut fiyatlarının
sürekli yükselmesi gerekir. Ancak kredi faizleri sıfırın altına inemez, konut
fiyatlarının da sonsuza gidemeyeceği açıktır. Bu sınırlara ulaşıldığı zaman sistem
çöker, konut fiyatları düşmeye başlar, tüketicinin bankadaki teminatı
değersizleşir, varlıkları eriyen bankalar iflasa gider ve bu durumun ortaya çıktığı
ülke ABD ise kriz bütün dünyaya yayılır. İşte dünyayı sarsan 2008 krizi böyle
ortaya çıktı. ABD bu krizi batan bankaları, mortgage şirketlerini kurtararak, yani
özel borçları kamu borcuna çevirerek ve ekonomideki toplam borcu büyüterek
aştı. Bunu doların rezerv para olması sayesinde başarabildi. Ancak
ekonomisindeki hiçbir temel soruna çözüm getiremedi, yeniden kredi
genişlemesi ve düşük faiz politikasıyla yapay talep üretme yoluna girdi. Sonuçta
bugün ABD’de konut fiyatları 2008 krizi öncesindeki zirvesinin yüzde 55
üzerinde ve Fed bu yıl yükselen enflasyondan dolayı faiz artırmaya başladı,
dolayısıyla ABD yeni bir 2008 krizine doğru ilerliyor. Demek ki sanayileşmeden
vazgeçip kredi balonuyla ekonomiyi büyütmek ABD için bile çıkmaz sokak haline
almıştır. Bu modelin Türkiye gibi sanayileşmenin orta aşamasına gelebilmiş bir
ülkede uygulanması ise çok daha vahim sonuçlar doğurur, AK Parti’nin ilk
yıllarındaki ‘ekonomik başarısını’ avuçları patlarcasına alkışlayan ‘gaflet
uykusundaki çoğunluğun’ o gaflet sürecinin bile son günlerini yaşamakta
olduğunu gerçeğini bir türlü anlayamadığı gibi...
Yorum yapın