Akçay da artık Hazan Mevsimindeyiz. Her sabah yaptığım gibi erken saatlerde Altınkumda ki yeni düzenlenen muhteşem yürüyüş parkuruna doğru yola koyuldum. Sabahleyin erken saatlerde esen hafif rüzgârla birlikte Madra Dağlarında rüzgar güllerinin arasından güneşin doğuşunu, akşamleyin de Akçay kordonda Kazdağlarının eteklerinden güneşin batışını izlemek bende zamanla bir tutku halini almıştı. Mevsim sonbahar olduğu için havalar biraz soğumaya ve Kazdağların da ağaçların yaprakları sararmaya, tabiat sarı rengini almaya başlamıştı.

  Yürüyüş parkurunda hızlı adımlarla güneşin doğuşuna doğru yürüdüm. Parkurun sonunda kumların üzerine sere serpe oturup temiz havayı solumaya başladım. Güneş artık iyice kendini göstermeye başlamıştı. Karşısına geçip sıcaklığını duymaya başladım. Ama mevsimden olacak havada hala geçmeyen hafif bir serinlik vardı. Epey bir süre oturdum. Güneş parladıkça ısıyı bir dost nefesi gibi yüreğimde hissediyordum. Sonra denizi seyre koyuldum, hafif dalgalıydı. Balıkçı tekneleri yavaş yavaş denize açılıyorlardı. Engin mavi denizi seyrederken uzaklara daldım gittim. Sonra içime bir sonbahar hüznü çöküverdi. İçimden ağlamak geldi. Son zamanlarda olmadık bir anda sebebini bilemediğim, nereden geldiğini çözemediğim bir hüzün dalgası içimi kaplamaya başladı. Onca kalabalığa rağmen içime anlatılmaz bir yalnızlık ve gurbet duygusu çöreklendi. Kendi yaşadığım yerde bir yabancılık, kendi evimde bir misafirlik, gariplik çöktü içime. Sanki yıllarca burada yaşamamıştım. Çaresizliğime yandım. Güneş ufukta yükseldikçe benden uzaklaşır gibi oluyordu. Birkaç dakika önce hüzünle seyrettiğim deniz sanki beni içine alıp, yutmak ister gibi üzerime üzerime gelmeye başladı. Dost bildiğim güneş ve deniz bana yabancı gibi olmuşlardı. Bir ezeli firak ruhuma yerleşip ateş saçan bir koruk gibi içimi yakmaya başladı. Buraya güya yürümeye, dinlenmeye, içimde ki sıkıntıyı atmaya ve yalnızlığımı dindirmeye gelmiştim. Ama gittikçe ufkum daha da daralmaya başlıyor, dalgalarla beraber uzaklara gidiyor sonra tekrar geri gelerek sahile vuruyorum. Denizin üstünde martılar uçuşuyorlar. Bakıyorum iki tanesi birbirinden hiç ayrılmıyorlar. Denizin üzerinde bazen birbirinden uzaklaşıyor sonra yine bir araya geliyor yan yana uçmaya devam ediyorlar. Belki iki sevgili gibi. Birbirlerinden hiç ayrılmasınlar istiyorum. Çocuklar gibi bağırıyor ses çıkarıyorlar. Sevme, sevilme vefa sadece insanlarda mı var. Belki onlar bizden daha vefalıdırlar. En azından sevgilerinde bir yapmacık, sahtelik yok. İnsanların birbirini boğazladığı bir dünyada onlar katıksız, sahtesiz bir sevgiyle yaşıyorlar.

  Güneş iyice yükseldi ve sıcaklık biraz daha bastırır gibi oldu. İçimde ki sıkıntı bir türlü geçmek bilmiyordu. Tahammülüm kalmadı ve kalktım eve doğru yürüdüm. Belki bir kahvaltı iyi gelecekti. Sahilden eve doğru giderken sanki ayaklarım geri geri gidiyor parkur ve sokaklar üzerime üzerime geliyordu. Gelip geçen insanlara bakıyorum belki bir tanıdık rast gelir de iki kelime ederse içimde ki sıkıntı biraz geçer, daralar ruhum biraz ferahlar, belki biraz rahatlardım. Ama tanıdık kimseye rastlamadım ve eve gelip kendimi duşun altına zor atabildim. Sonra aç bir kurt gibi sofraya saldırdım. İştahım iyiydi. Arka arkaya büyük bardakla içtiğim çay beni iyice kendime getiriyor ve biraz rahatlıyorum. Keyif çayı içerken TV den haberleri izleyeyim dedim bu defa savaş haberleri moralimi bozuyor. Filistin de suçsuz insanların bebeklerin, ölümlerinin artması neşemi kaçırıyor. Sonra bilgisayarı açıyorum gazeteleri okuyorum onun da TV den fazla bir farkı olmadığını görüyorum onu da kapatıyorum. Kitaplıktan rastgele bir kitap alıp okumaya başlıyorum. Beni ancak bu rahatlatacaktı. Zaten çocukluğumdan beri, yaşadığım hayatım boyunca en büyük tutkum okumak ve yazmak olmuştur. Ne zaman ruhum sıkışsa, içim daralsa ya çalakalem bir şeyler yazarım veya elime ne geçerse gazete, kitap, bir şeyler okurum. Okumak ve yazmak beni dinlendiriyor kendime getiriyor. En sıkıntılı anlarımda bile benim imdadıma yetişiyorlar. Okumak ve yazmak beni dinlendiriyor, rahatlatıyor, sakinleştiriyor, ufkumu genişletiyor. Okuduğum kitaplarda ki kahramanlar yerine kendimi koyuyor başka alemlere gidiyorum. Veya yazdığım kitap ve yazılarda gönlümce kahramanlar yaratarak onların dünyasına dalıyor hayatta yapamadığım şeyleri onlara yaptırarak hayallerimde ki kahramanlarla yaşıyorum. Bende ki bu okuma ve yazma tutkusu başta eşim olmak üzere bütün çevrem tarafından çoğu zaman eleştirilse de bu tutkumdan bir türlü vazgeçemiyorum. Elimde değil ne zaman içim daralsa ruhum sıkılsa ya bir şeyler yazacağım veya bulduğum bir şeyi okuyacağım. Ancak öyle ferahlıyorum.

  Sonra ani bir kararla denize girmek için evden çıkıyorum. Nerede denize girecektim, bir an karar veremiyorum. Çünkü Akçay da bütün cadde ve yollar denize çıkıyor. Cadde boyunca yürüdüm. Altınkumda mı, kordonda mı, Belediye plajında mı, Sarıkızda mı, Beyaz sarayda mı bir türlü karar veremiyordum. Ömrüm boyunca her işte her yerde böyle kararsız oluyordum. En güzel kararım her zaman kararsızlığa düşmek oluyordu. Neresi neresi derken sonunda Altınkumda denize girmeye karar verdim. Hiç vakit geçirmeden kendimi denizin serin ve ılık sularına bırakıyorum. Serin sular beni sarıp sarmaladı. Hava sıcak olmasına rağmen hafif ılık bir rüzgâr esiyordu. Serin sular bir anne şefkatiyle beni kucaklamış içimi ferahlatmıştı. Dakikalarca yüzdüm. Edremit körfezinde denizin bir önemli özelliği de geç ısınıp geç soğumasıydı. Ekim ayında bile dışarısı ve hava serin olmasına rağmen deniz suyu sıcak olabiliyordu. Epey bir zaman denizde kalmama rağmen canım hiç denizden çıkmak istemiyordu. Dalgalarla beraber uzaklara açılıyor sonra gelip karaya vuruyordum. Sanki denizden çıkarsam tatlı bir rüyadan uyanıp kâbuslar içine yuvarlanacaktım. İçimde ki sıkıntı dağılmıştı. Yavaş yavaş sahile döndüm. Epey bir zaman güneşlendikten sonra duş alıp bir gazinoya oturdum. Çayımı yudumlamaya başladım. TV de müzik kanallarından birinde çocukluğumdan beri çok sevdiğim dinlerken adeta kendimden geçtiğim bir şarkı çalıyordu.

  ^^Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım,

       Bazen gözyaşı oldu bazen içli şarkı

       Her anını eksiksiz dün gibi hatırlarım.

 Her zaman olduğu gibi yine bu şarkıyı dinlerken hüzünleniyorum. Geçmişe, uzaklara dalıp gidiyorum.68 yıllık ömrümün her günü her dakikası bir film şeridi gibi gözlerimin önünden gelip geçiyor. Geçmişimi sorgulamaya başlıyorum. Hayatımda yaptığım güzel şeyler için ne kadar sevinirsem yaptığım hatalar ve yanlışlar içinde neden öyle yaptım diye kendime soru sormaya cesaret edemiyorum. Geriye dönüp baktığımda güzel şeyler yaptığım çok olmuştur ama –Keşke –dediğim şeylerde mutlaka olmuştur. Hisli, duygulu, karamsar bir yapıya sahip olmam nedeniyle yaptıklarım karşısında kendimi sorgularken hep eziliyor ve kendimi mağlup hissediyorum. Çoğu kez yaptığım hatalar nedeniyle kendime soru sormaya cesaret edemiyorum. Bu nedenle çoğu kez kalabalıklar içinde bile yalnızlığıma sığındım, yalnızlığıma koştum. Bazen de kaçtığım yalnızlığımdan geri döndüm. Yalnızlık öyle bir kök salmış ki içime hiçbir şey fayda etmiyor.

  Kederli bir bakışla denizi, martıları, denizde ki sandalları, kayıkları ve geçip giden insanları seyrediyorum. Hep geçen günlerin hasretiyle yaşıyorum. Geçmişi, her saniyeyi yeniden yaşamaya çalışıyorum. Kısır bir döngü içinde gelecek korkusu umutsuzluğumu daha da artırıyor. Çaresizliğimin, yalnızlığımın, sıkıntımın tek çaresi etrafımda ki insanlar, ama onlarda sanki benden intikam almak ister gibi kaçıyorlar.

 Bütün bu sıkıntılardan kurtulmanın tek çaresi var oda bir an evvel kendimi buradan uzaklaşıp Akçay kordona atmam gerekiyor.Zaten akşamda yaklaşmak üzere.Güneş batmadan önce kordonda olmam   gerekiyor.Her zaman yaptığım gibi günahkar bir insanın günahlarından arındığı gibi  bende ne zaman hüzünlensem, ruhum sıkışsa, içime yalnızlık çökse  kendimi kordona atıyorum.Bütün sıkıntılarımı ve yalnızlığımı unutuyor ferahlıyorum..Güneş batmadan kordona ulaşıyorum.İskelede birkaç kişi olta atmış balık tutmaya çalışıyorlar.Kordonda insanlar turlamaya devam ediyorlar.Ben de turlamaya başlıyorum.Grupta güneş batmak üzere.İki tur attıktan sonra güneşin batışını seyrediyorum.Kaz dağlarının kızıla boyanmış eteklerinden, kızıla  rengini yavaş yavaş kaybederek , seyrine doyum olmayan batan güneşle beraber sıkıntılarım, yalnızlığım ve hüzünlerimde kayboluyor içime bir ferahlık çöküyor.Her zaman ki gibi eski neşeli halime dönüyor sonra ağır ağır eve dönüyorum.Sağlık ve esenlik dileklerimle..Aslan TORUN