AK PARTİ’NİN OYU GERÇEKTEN YÜZDE 25-30’LARDA MIDIR?..

Başka batılı ülkelerde olsa, en azından Avrupa ülkelerinde, ülkeyi çökerten
iktidarların dibe vurması ve iktidardan düşmesi, daha seçim bile olmadan istifası
söz konusu ama Türkiye’de durum başta elbette..
Ülkemizde 20 yıldır iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim kazanma
umudu her şeye yani tüm olumsuz gidişata rağmen sürmektedir. Yapılan
anketlerin büyük bölümünde AKP’nin en yakın rakibi CHP’den yüzde 5-6 puan
oy farkla birinci parti olduğu gözlemlenmektedir. Burada siyasal iktisat
bilimcilerinin çok geniş deneyimleriyle çelişen bir durum vardır aslında..
Bunca işsizliğe, yoksulluğa, pahalılığa rağmen iktidarın oylarında bir taban
yapmış durumu söz konusudur. Kuşkusuz bu oy oranı yani yüzde 25-30
bandında çakılı kalmış gibi görünen AKP’nin anketlerdeki görünen oyu ortağının
yani MHP’nin desteğine rağmen yarın seçim olsa gerçekten seçim kazandırır
mı? Bence pek mümkün görünmemektedir. Elbette bu benim belirttiğim söz
konusu duruma bir başka bakış açısıyla bakmaktır. Asıl önemlisi burada
sorulacak net soru şudur; Bir yıl sonra bile kazanma umutlarını sıfırlayacak bir
oy oranına AK Parti’nin bir türlü neden inmediğidir, inemediğidir. Bunun
tarihsel kültürel, sosyal ve benzeri sebeplerden kaynaklanan birçok nedeni
vardır.  Ama bunlar arasında çok belirleyici ve de saptayıcı gördüğüm üç temel
nokta üzerinde durmak gerekir diye düşünüyorum..
Birincisi AK Parti’nin İdeolojik açıdan süregelen tutumu ve derin damar yani
kemikleşen oy potansiyelidir. Yani bir anlamda AK Parti’nin düşünce kökleri, bir
başka deyişle ideolojik kökleri Osmanlı’ya kadar uzanıyor. Ne kadar laiklik hatta
cumhuriyet düşmanı, kadın düşmanı, şeriat idaresi isteyen, dinci, imancı, hacı,
hocacı üzerine kurulan siyasetin kuyruğuna takılmış olan, Atatürk hatta
Cumhuriyet düşmanlığı üzerine gelen bir ideolojik, siyasal görüşe sahip olanlar,
sanki hepsi AKP’nin etrafından toplanmış hatta kenetlenmiş durumda
görünmektedir. AKP’ de hepsini kucaklayan kalın çizgisinden özellikle son 10-11
yıldır asla ödün vermeyen biçimde konumlanmış durumdadır. Belki
anımsayacaksınız, Necmettin Erbakan’ın aktif siyaset yaptığı dönemlerde bu
türden siyaset güden çizginin oy oranı en fazla yüzde 8 gibi hesaplanıyordu.
Ancak ANAP, Doğru Yol gibi 90’lı yılların ‘merkez sağ’ olarak nitelendirilen
partilerin ülkeyi sık sık çöküşe götürmeleri sonucu, birden MERKEZ SAĞ’ın

umudu haline geliveren Erbakan yine anımsayacaksınız 90’lı yıllarda oyunu
REFAH Partisi ile yüzde 21.38’e kadar yükseltmeyi başardı. Ardından da
koalisyon ortağı olarak olsa iktidara geldi ve Başbakan oldu. İzleyen yıllarda
yaşanan 28 Şubat süreci sonucu Refah Partisi’nin kapatılması üzerine, REFAH
Partisi camiası içinden önce partinin İstanbul İl Başkanı sonrada İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda yıldızı parlayan Recep Tayyip Erdoğan,
Abdullah Gül ve arkadaşlarının başlattığı hareket, yeni bir program ve vizyon ile
partileşerek yeni kurdukları Adalet ve Kalkınma Partisi ile kapatılan Refah
Partisi’nin daha doğrusu Milli Görüş seçmenini devralmış oldu. Milli Görüş’ün
diğer mirasçısı Saadet Partisi ise yasaklı Erbakan tarafından kurdurulmuş olsa
bile AKP’nin yanında güdük kalmış oldu. Bugün de halen Saadet Partisi siyaset
sahnesinde aynı konumdadır. Çünkü beslendiği siyaset çizgisinin seçmen
potansiyeli yani tabanı süreç içinde kendisini besleyen ve de genişleten AK
Parti’ye kaymış durumdadır. AKP kurulduğu günlerde REFAH Partisi’nin yüzde
21’ler seviyesindeki oy potansiyelini büyük ölçüde devralarak iktidar savaşını
başlattı. Üstüne üstlük, merkez ve liberal sağdan, hatta sosyal demokratlardan
devşirdiği politikacılarla, 2002 seçimlerinde yüzde 34’ü aşan oyla tek başına
iktidar olmayı başardı. AKP’nin iktidardaki yıllarının başlangıcı, aslında
olağandışı biçimde gelişme gösterdi. Ülke ekonomisinin durumu kısa sürede
AKP’ye ‘yürü ya kulum’ dedi, Avrupa’dan büyük destek, ülkeye akan trilyon
dolarlık kaynaklar, doğrudan yapılan yatırımlarla, ardı ardına beş kez genel
seçim kazandı. Neden mi? Çünkü seçim kazanmada esas olanı söyledi hep AK
Parti; “ekonomi her şeydir”. Ta ki 2015’e kadar.. Bu noktada bir durum ve oy
özeti yapmak gerekirse ki gerekiyor: AKP geçmişin bir ideolojik çizgisini devraldı
ama Erbakan’ın Milli Görüşçü katı siyasal ideolojik oyunu gayet esnek
davranarak ve bir ölçüde ‘takiye’ yaparak yüzde 8’lerden devralarak, 20 yıllık
iktidarı boyunca yüzde 47’lere taşımayı başarmıştır. Aslına bakarsanız kimi
siyaset bilimcilerin görüşlerine göre; AKP’nin kemik denilebilecek oyu Yüzde
15’ler seviyesindedir. Bu yüzde 15’lik oy, AKP’nin derin damar veya kemik oyu
denilebilecek oy oranıdır. Geri kalanı yani AKP’yi yüzde 30’lara kadar halen
taşıyan oylar ise 20 yıllık iktidar döneminde yaratılan ve halen mevcut
iktidardan beslenen yeni sermaye sınıfı ve bunlara bağlı olarak gösterilebilecek
alt sosyal katmanlardan oluşan bir kitle yani seçmen grubudur. Bu sosyal
katmanlara bir de Recep Tayyip Erdoğan’ın fanları diyebileceğimiz kitleyi de
eklemlediğimizde o sözü edilen yüzde 30’lar daha doğrusu yüzde 25 ile 30’lar
seviyesinde her şeye rağmen çakılı kalan AP Parti’nin güncellenmiş oyu
öngörülebilmektedir. Aslında Adalet ve Kalkınma Partisi, Recep Tayyip Erdoğan
demektir. Yani AKP lideriyle var olan bir siyasal harekettir. Yakın geçmiş benzer
biçimde bu durum Özal’ın ANAP’ı, Demirel’in Doğruyol Partisi’nde gözlenmiştir.
İşte bu nedenledir ki, Bu nedenle AKP’nin oyu ne yaparsanız en kötü durumda

dahi yüzde 25-30’ların altına asla inmez çünkü anlatmaya çalıştığım gibi bir
tabana oturmuş hatta çakılmıştır. ‘Ne zamana kadar?’ Diye sorarsanız ki,
sorduğunuzu duyar gibiyim: Öyleyse hemen yanıtlayayım; AKP’nin ilk seçimde
iktidarı kaybetmesine kadar bu öngördüğüm durum sürecektir, kanısındayım.
Ancak AK Parti ilk seçimde iktidarı kaybetse bile o kast ettiğim yüzde 25-30
seviyesindeki oy oranını dolayısıyla tabanını koruyabilir. Bu durumu da asla
unutmamak gerekir. Bu durumda muhalefetin ivedilikle yapması gereken bence
şudur; AKP’nin her türlü olumsuz koşullarda dahi yüzde 30’un altına düşmeyen
oyunun üzerinde bir oy oranına sahip olmak amacıyla mücadele vermektir. Bu
durumun başka izahı da yoktur, başka türlü meşru bir çözüm yolu da yoktur..