Bence birbirini tamamlayan iki önemli kavramdır ‘AHLAK’ ve ‘SİYASET’
Çünkü bu kavramlardan biri varsa eğer diğeri de vardır. Biri yoksa diğerinin olması da benim ölçülerime göre mümkün değildir!..
Küresel anlamda yaygın biçimde mevcut hale gelen kültür emperyalizminin hışmına uğrayan sözcüklerimizden ya da daha doğru bir ifadeyle kavramlarımızdan biri de ‘Ahlaktır!..
Günümüzde artık buna belki de asıl doğrusunun da ne olduğunu bilip bilmeden, moda deyimiyle ‘ETİK’ deyip geçiyoruz…
Ülkemizde yaklaşık dokuz yıl önce yaşanan 15 Temmuz darbe girişimi, o hain kalkışma sonrasında başlayan yeni dönemde, işletilmeye başlanan bu yeni süreçte bilinen ve beklenen ancak aniden gelişen bu olağanüstü ve olağandışı durum nedeniyle bana göre işin aslını, genel kapsamını ve ilkeleri ‘ıskalamamak’ adına ve gerektiğinde objektif bir başvuru kaynağı oluşturabilmek amacıyla konuya ilişkin bir şeyler yazmam gerektiğine inandığım için uzun bir aradan sonra benzer başlık ve içerikte bu yazıyı kaleme alma gereği hissettim. Aradan geçen yaklaşık dokuz yıl sonra bile gözleyebildiği kadarıyla 15 Temmuz sonrası süreçte her şeyin yeniden şekillenmesi o günlerden bu günlere kadar kaçınılmaz gibi görünse de ve dolayısıyla ertesi yıl yani 2017’de yapılan Anayasa değişikliğini öngören 16 Nisan referandumu sonrasında da daha da fokurdayarak kaynayan ve de bence taşmaya da başlayan ülkenin bu siyaset kazanının içinde her şey vardı ama sanki ‘Ahlak’ daha az yer tutuyor gibi görünmekteydi bendenize!..
Aslına bakarsanız, toplumsal yaşamın her aşamasında her kesiminde son zamanlarda, ‘Ahlak’ dendiğinde de pek bir şey gelmiyor aklımıza, diye düşünüyorum.
Bu toplumun içinde değerler manzumesi kapsamanda ‘AHLAK’ denildiğinde çoğu zaman (çok affedersiniz ama) kiminin bacak arasında, kiminin de beyninde, yani kafasında, kavramsal olarak belirgin biçimde yeri belli değilmiş gibi durmaktadır. Belki de o yüzden sıkça biçimde kafalarımız karışmaktadır gibi gelmektedir bana.
‘SİYASET’ denildiğinde ise, aklımıza çoğu kez hep alavere, dalavere, üçkağıtçılık, dolandırıcılık gibi olumsuz şeyler geliyor. Çünkü bana göre; ‘SİYASET’ ile ‘AHLAK’ sözcükleri arasındaki kavram ve tarihsel süreçte yaşamın içinde yüklenen anlam köprüleri çoktan yıkılmış gibi durmaktadır…
Ya da birilerinin bu toplumda bu toplumun katman ve kesitlerinde veya sosyal çevrelerinde yerleri veya konumları bir türlü belli olmadığından/olamadığından dolayı olsa gerek(!) belki de bu sözünü ettiğim bağ ya da bir başka deyişle aidiyet ilişkisi hiç kurulamamış gibi görünmektedir bence!...
Eğer bu yazımda buraya kadar ifade ettiklerimi doğru buluyorsanız, bunun günahını, öncelikle dört- beş yılda bir sandık başına gittiğimizde oylarımızla seçtiklerimize yüklemenizi önermekten başka bir şey aklıma gelmemektedir. Ancak şunu önemle ve hassasiyetle belirtmek gerekir ki, sakın ola asla bu durumu göz ardı etmeyin, çünkü bu toplumun bireyleri olarak bizler de çok masum sayılmayız, sayılmamalıyız, diye düşünüyorum.
Çünkü sandık başına giderek dört, beş yılda bir o seçtiklerimizin bazıları veya kimileri öylesine omurgasız, öylesine ilkesiz ve de tabansız, bazıları da öylesine hırsız, öylesine aç ve doyumsuz ki o kadar olur!...
Onların önemli bir kısmı da o denli arsızlaşmış ki o çalıp çırpmaların adını belki de o yüzden aklınca kibarlaştırıp ‘Rantiyecilik’ koymuşlar bile.
Bu toplumun içinden birileri de veya kimileri de toplumda hayatında yaşanan bu yıkıcı ahlak erozyonu yüzünden tüm bunları usulünce yapamayanları da ‘BECERİKSİZ’ ilan edivermişler hiç utanmadan sıkılmadan!...
Onların da toplumsal gaflet ve delalet koşulları gayet uygun olduğundan olsa gerek, ne buluyorlarsa çalıp, çırpıp, yağmalamaktan asla geri durmuyorlar.
Bu toplumun bireyleri olan bizler, çoğunlukla o gibi durumları, öylesine kanıksamışız ve öylesine kabullenmişiz ki, bazen ‘bu yağmadan acaba bir lokma da bize düşer mi?’ diye, adeta ‘AÇ TAVUKLAR GİBİ’ bekler duruma düşmemiş miyiz acaba?..
İş, işyerinde kadro, bir küçük çeyrek altın, pabucun önce sağ teki, sonra sol teki, don, atlet, kömür, makarna, yapılan kamu ihalelerde kayırmacılık, kaldırım taşı, inşaat ruhsatı, kaçak kata iskan ruhsatı, yol benden değil de şundan geçsin dümeni, koltuk, makam, mevki, kadro talepleri gibi akçeli rantiye durumlarından bahsediyorum. Herhalde ne demek istediğimi neyi kast ettiğimi anladınız…
Bu pencereden ‘Manzara-i Umumiye’ veya daha Türkçesi ‘genel görünüm’ hallerine bakıp da başına gelebileceklerden korkmayan, benim gibi bir iki yürekli insan, çıkıp arada bir de olsa yapılan ahlaksızlara gayet kibarca sadece ‘Etik değil’ diyebiliyor, o kadar. Başka bir şey diyebilecek hal kaldır bizlerde!..
Hiç kimse bunlara ‘ulan ahlaksız, be şerefsiz ve namussuz. Allah belanızı versin. İnşallah! Gözünüze dizinize dursun. Defolun gidin!’ Gibisinde bir şeyler türlü diyemiyor, diyecek olsa bile dedirtmiyorlar, çünkü hemen yakasına yapışıveriyorlar!..
Hele bir de işin içine din, iman, Allah, Kuran gibi kutsal değerlerimiz de karıştırılmış ise bu gibi durumlarda sadece ‘HIK’ deyip susuyorsunuz ya da susturuluyorsunuz!
Zaten ‘CIK’ ya da ‘GIK’ deme durumunuz da olmuyor, çoğu kez...
Aksi halde ‘Fincanı taştan oyarlar!’ misali başınıza gelmeyen kalmayacağını biliyorsunuz. İşte bu gibi durumlarda dolayı söz konusu sorumluluğun eğer o sorumluluk bulunmuyorsa kabahatin önemli bir kısmı, bazen de tamamı bizlere aittir. O sorumluluk yoksa meydana gelebilecek kabahat de bizimdir, bizim olmalıdır. Tün bu anlattıklarım kapsamında 'Ahlak' yerine 'etik' demeye başladığımızdan beri neler yitirdiğimizi lütfen bir kez daha etraflıca düşünün olur mu?..
‘Şimdi durduk yerde böyle bir yazıyı kaleme almak nereden aklına geldi?’ diye düşünenleri hemen yanıtlamak isterim. Öncelikle durduk yere, aklıma 'ahlak' ve 'siyaset' üzerine yazı yazmak gelmediğini özellikle ve de vurgulayarak belirtmekte yarar görüyorum. Tüm bunları yazıp anlatmamın belirli bir sebebi gerekçesi yok!
Ben sadece bugün böyle bir yazım yayımlanınca bunu yankıları, etki ve tepkilerinin neler olacağını, kimlerin üstüne alınacağını, kimlerin kıssadan hisse kapıp, yazdıklarıma hak verebileceğini, ya da bana kızıp bozulabileceğini, çok merak ettiğimden dolayı bugün yazımı kaleme aldım ve sizlere sundum!..
O yüzden bir kez söylüyorum; kimileri veya birileri oturup kalkıp da öküz altında buzağı aramasın sakın!..
O yüzden zaten bu yazımı dikkatle okuyan sağduyu ve aklıselim insanlar çoktan anlayacağını anlamış, hisseyi kapmış, hatta belki ibret almışlardır, diye düşünüyorum…
Yorum yapın