Bu mesleğe başladığımdan beri yani otuz altı yıldır, belki de daha fazla bir süredir yeri geldiğinde hep şunu savunur, söyler ve yazarım; ‘Asıl zenginlik ve refah demokrasiyle mümkündür! Demokrasi olmaz, dolayısıyla özgürlükler kısıtlanır hatta yasaklanır ise o toplumların eğer varsa zenginliği ve refahı kalıcı, sahici olmaz yapay kalır…’ 

Bu savunduklarımı duyanlardan bazıları ise hemen şu karşı fikirleri seslendirmeye başlıyorlar; ‘Peki öyleyse ABD, Almanya, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri sağcı iktidarların izlediği liberal politikalarla nasıl zengin olmuştur?'

Aslında buna cevabım hemen hazırdır; Bu durum liberalizmin harika bir sistem oluşundan asla değildir. Bu batılı ülkelerin doğal kaynakları çok ama eğitim seviyesi düşük diğer ülkelerin petrol gibi yeraltı ve yerüstü kaynaklarını geçmiş zamanlarda ve hatta hala günümüzde de kendi ülkelerine çok düşük bedellerle aktarmasından kaynaklanmaktadır. Sadece İngiltere bilhassa 18 ve 19. yüzyılda sömürgecilik sayesinde 101 İngiltere değerinde hazineyi ülkesine taşımış ve süper zengin sınıfı yaratmıştır. Dolayısıyla hem sermaye sahipleri hem de çalışanları zengin olabilmiştir. Yani haddinden fazla para, halka yayılacak kadar zenginlik yaratmıştır. Yoksul ve geri kalmış bir ülke gelişimini tam olarak tamamlamadan yani Türkiye gibi ülkeleri kast ediyorum, liberal ekonomiye aniden geçiş yaparsa büyük ekonomi devlerine çok kolay lokma olur. Nitekim Türkiye 1980'li yıllarda Turgut Özal'la liberal ekonomiye hızlı ve de savruk, kontrolsüz bir geçiş süreci yaşamıştır. Oysa Atatürk 1920'li 30'lu yıllarda bugün sol denilebilecek devletçi ama sosyal refah düzeyini arttırıcı politikalarla gelişimini sağlamaya yönelik çok öneli adımlar atmıştır. Sonrasında 1950’li yıllarda Demokrat Parti döneminde iktisatçı yönüyle ağır basan Celal Bayar ile gelişimini tamamlayınca liberal ekonomiye geçişi planlamıştı. Ancak Atatürk'ün ömrü yetmediği ve onu anlayabilen olmadığı için bu durum onun istediği gibi gerçekleşememiştir. Türkiye tam olarak gelişemeden 1950'lerden itibaren kısmen liberal ekonomiye geçiş yapılmış, bu geçiş süreci 1980'lerden itibaren hızlanmış ve 1990'larda ise bu durumun acı sonuçları yaşanmaya başlanmıştır. Sonuç olarak solun aşırısında da sağın aşırısında da insanların gözüne bir perde iner ve ülkenin gelişimi olanaksız hale gelir. Solun aşırısında komünizm ve hatta anarşi ve terör vardır. Buna karşılık sağında aşırısında faşizm ile terör vardır. Bu sistemlerde akıllarda sürekli özgürlük vardır ama körü körüne bu fikrin peşinden gidilirken kaybedilen özgürlükler asla görülmez.  Kimileri salt 'Özgürlük’ olsun da çamurdan olsun' derken 'özgürlük' adı altında ülkede yaşanan karışıklıklar bir türlü engellenemez. Sağın aşırısında ise 'din, millet, vatan' gibi tabu konuların peşinden öylesine kör gibi gidilir ki 'din ile millet ile vatan ile ilgili olsun da isterse çamurdan olsun' bile denilir. Gözler bu kavramlarla kör olmuşken ülkede yaşanan gelişmeler gerçekte takip edilmez ve ülkede her türlü yıkıcı faaliyetin yaşanması için müthiş bir atmosfer oluşur. Hitler 'üstün ırk, yüce ulus ve vatanseverlik' kavramıyla gözleri öylesine kör etmişti ki toplumun kendi içerisinde bölündüğünü asla fark edemedi ve devleti bölündü, parçalandı, ordusu yok oldu ve koskoca Almanya bitti, gitti. Yenisini inşa etmek 35-40 yıl sürdü.  Özellikle son birkaç yıldır aynı konulara ilişkin yazılarımı muhakkak ki okudunuz. 'Hala siyasi görüşünüz aynı mı? Ya da hala neyi savunduğunuzun farkına varabildiniz mi?' diye sormak hakkımdır herhalde!..