ZAMAN NE ÇABUK GEÇTİ ANNEM!

Zaman ne çabuk geçiyor, aylar hafta gibi, haftalar gün gibi. Yıllar geçiyor su gibi. Günlerin, yılların bereketi kalmadı…

 Hep duyduğumuz, dillendirdiğimiz sözler. Yaşlısından, gencine hatta çocukların bile dilinde…

Çocukluğumda kışlar geçmek bilmezdi. Yaz tatilini iple çekerdik. Bizim için yaz çok çabuk geçerdi, doyamazdık oynamalara. Öyle olmasına rağmen yaz mevsiminin bir gününe bile neler sığdırdık. Sabah başlardık, öğle sıcağına sokak oyunları, öğlen güneş tepedeyken öğle uykusu, akşamüstü yine sokak. Oldukça kalın, üç aylık tatil kitapları alınır, okullar açılana kadar biter, bunun yanında öykü kitapları, romanlar okunur üstüne. Bir gün sokağa da yeter, ders çalışmaya da okumaya da uyuyup dinlenmeye de anneye de…

 Bizler şanslı çocuklardık. Mahalle sınırları içinde özgür ve çok güzel bir çocukluk geçirdik. Şimdikiler gibi, İnternet oyunlarıyla değil, sokak oyunlarıyla büyüdük. Bisiklete binmekten tutun da, topla oynanan bütün oyunları, beş taş, kiremit kırmaca, ip atlama, saklambaç, uzun eşek ve daha neler, neler!...

Çocuk yaşta babasız kalmama rağmen, güzel bir çocukluk geçirdim, doya doya bolca sevgiyle. Annemin sevgisi, fedakarlığı, o kocaman yüreği, kocaman kucağı, baba eksikliğini, hissettirmedi. Hem anne hem baba oldu, her açıdan bize…

Sevgisi sonsuzdu, karşılıksızdı. O sevgi, fedakarlıklar, birike birike öyle bir dağ olmuş ki arkamda, dayamışım sırtımı, sonsuz bir güvenle. Hiç yıkılmayacak gibi, hep yanımda hep arkamda olacak gibi. Buna kalbim inanmış, aklım gerçeği bilse de…

 Bir sene önce tam bugün, o sırtımı dayadığım dağım, hiç yıkılmaz sandığım dağım yıkıldı, yerle bir oldu. Ben de onunla bir yıkıldım, darma duman oldum. İçimde yaşadım, fırtınaları, gök gürültülerini, yağmurları…

 İçimde yaşadım kara kışımı. Hayat çok zor, acımasız, hem de hiç adil değil. Hayat bir aldatmaca ve çok kısa. Hayat devam ediyor, yaşıyoruz işte öyle ya da böyle. Geçip gidiyor zaman, çocukluğumuzun aksine koştururcasına. Bugünü yaşadıysak sağlıkla, huzurla, mutlulukla şükürler olsun, ne mutlu bize…

 Yarın meçhul, yarının garantisi yok!...

Şu bir sene çok çabuk geçti. Ama içine neler sığdırdı. Geriye dönüp baktığımda bir kez daha hayrete düşüyorum. Daha dün gibi…

Ne zaman toprağa verdik ki, senesi gelmiş annemin. Öte yandan geçen bir senede neler yaşanmış, yaşanmakta beş seneye bedel!...

 Tarifsiz bir ikilem, tarifsiz duygular…

Yaşanmışlıklar, duygular sayfalara sığmaz, annem anlatmakla bitmez!...

Canım arkadaşım (aynı zamanda annesi de annemin can dostu olan) Çiğdem Deniz’in güzel yüreğinden, kıvrak kaleminden ANNEM için yazdığı şiiriyle bitirmek istiyorum yazımı. Bu şiiri o bana gönderdiğinde günlerce açıp okuyamamıştım. Bu ikinci okuyuşum. Kim bilir bir daha ne zaman okuyabilirim. Canım arkadaşım, kalemi kuvvetli, yüreği güzel arkadaşım. Hem kalemine hem yüreğine sağlık….

 Annem, şevkatini, sevgini, güler yüzünü özledim, sesinin tonunu özledim, elimi sımsıkı tutuşunu özledim. Ben seni çok özledim! Ruhun şad olsun, mekanı cennet olsun meleğim!..

 

                   NURAN TEYZE

 

Nicedir hasta Nuran teyze

Ha bugün ha yarın der bekler ayrılık vaktini

Fısıltıyla yaklaşır ölüm

Mevsim yaz aylardan Ağustos

Dili burulur konuşamaz…

Pervane olmuş etrafında sevenler

İki evlat, bir torun, bir de yaşlıca anan

Kah olmuşsun kızının bebeği, kah anası

Yok çare ince bir yol çizer zaman

Son kez dört kolluyla dönersin, yeni gelin geldiğin mahalleye

Paşa camiinde musalla taşına yatırmışlar seni Nuran teyze

Vedalar sessiz yakarışlar içten

Rüzgar eser iliklerine işler insanın

Hüzün inceden bir ayar çeker

Yok artık ne gecen ne gündüzün

Ne de çok acelen var toprakla halleşmeye

Yeşil yemenin bağlanmış yine bir tahtanın ucuna

Vicdanın ayak sesi dolaşır etrafta

Çiğdem Gürdal söyleyecek “Aşk iki kelime” Rabia arkadaşın yine gözyaşı dökecek.

Bir rüya görse hele de bir özlem giderse

Anlatsa şair kızına o da hayra yorsa

Güneş alnından öper

Kalemimin gölgesi mezarının üzerine düşer

Hisseder misin mis kokulu mekanında Nuran teyze!

 

                                                                                           H. Çiğdem Deniz