Cumhuriyet’imizin yüzüncü coşku, sevinç ve gururuna sessiz kalanlar üzerine sosyal medya başta olmak üzere kamuoyundan yükselen tepkisel yorumlara bende katılmak istedim. O yüzden bugün yazımı bu konuya ayırdım. Ünlü Rus bilim kurgu yazarları Arkadi ve Boris Strugatski kardeşlerin 1964’de birlikte kaleme aldıkları, ‘Tanrı Olmak Zor İş’ adını taşıyan muhteşem yapıt, daha sonra Aleksei German’ın benzer mükemmellikte bir başyapıt biçiminde filmleştirdiği romanda aslına bakarsanız düpedüz ‘YANILSAMA’ konusu işlenmiştir. Söz konusu, adı geçen o eserde bana göre şu mesaj açıkça veriliyordu; “Bir gezegende, ya da bir ülkede toplum feodalizmden çıkmaya hazırlanırken, yani bir anlamda ‘RÖNESANS’ başlarken, ‘DİNCİ-TÜCCAR’ ittifakı, tüm yazarları sanatçıları, bilim insanlarını, kadın özgürlüklerini imha ederek toplumu dinci feodalizme geri döndürme/dönüştürme kudretine rahatlıkla sahip olabilir.”

Yirmi bir yıllık bu iktidar döneminde yaşadığımız sürecin aşama, aşama, adım adım, ‘FAŞİZM’ olarak, şekillendiğini elbette rahatlıkla söyleyebilir, bu türden bir tespiti kolaylıkla yapabiliriz. Ama sözünü ettiğim o süreç henüz başladığında yani 2002-2003 hatta 2004 yıllarında gayet iyi anımsıyorum. O sırada bu ülkenin güya demokrat ve özgürlükçü kanadı yani ‘LİBERAL’ takımı, bana göre ‘AYMAZ ve USLANMAZ LİBOŞ’ takımı, aslında ‘Siyasal İslam’ı temsil eden ve nihai hedefi ‘TEOKRATİK DÜZENE ERİŞMEK’ olan bu iktidarı kendileri gibi kapitalizme tutsak olmuş ‘LİBERAL DÜZEN’ e önce alıştırabileceklerine, sonra da dönüştürebileceklerine inanıyorlardı. Yani o liboşlara bakarsanız, ülkenin geleceğine ilişkin korkulacak bir şey yoktu, aslında…

Üstelik, bu liboş takımı o zamanlar, Cumhuriyet’in yetersiz ve de düzenin işleyişinin yanlış olduğuna inanıyor, herkesi de buna inandırmaya çalışıyorlardı. Ancak onların(!) asla fark edemedikleri ‘CUMUHURİYET’ sayesinde elde edilen ve bu ülke yurttaşlarının da kazanımı sayılan tüm kazanımların, öz değerlerin özellikle kendi yaşam tarzlarına da gayet olumlu yansıyan kazanımlarının geri asla çevrilemeyeceğine, geri alınamayacağına kendilerini inandırmışlar, bana kendilerini kandırmışlardı. Esasen ‘Tarihin asla yanılmaz OKU’ sadece tek bir yönü göstermiyor muydu, acaba? Zaten o tarihsel sürecin artık sonuna gelinmişti ve onlara göre adına ikinci cumhuriyet dönemi denilen ‘liberal demokrasi’ son kaçınılmaz duraktı, ülkenin kurtuluş oradaydı!

Ama bakınız bugün o gafillerin yanıldığı apaçık görülmektedir. Dikkatle incelerseniz, özellikle son 10-12 yıllık süreçte yalnızca Türkiye’de değil, birçok Avrupa ülkesinde, Asya’da örneğin Hindistan’da, Ortadoğu’da örneğin İsrail’de o çok övdükleri, yere göğe koyamadıkları ‘liberal demokrasi’ yerini düpedüz ‘TİRANLIK’ özentilerine, bunun sonucu olarak da kapitalist toplumlarda tam anlamıyla ‘FAŞİZME GEÇİŞ SÜRECİNİN’ başlamasına, hatta bu tür süreçlerin epeyce yol almasına sebep olmuştur. Geçmişte, günümüzde, çok farklı siyasi duyarlılıklara sahip birçok tarihçi, siyaset bilimci, antropolog, filozof kapitalizmin feodalizmi andıran, hatta kimi açılardan çok daha baskıcı, yıkıcı, cehaleti besleyici özellikler geliştirdiğine yıllar, on yıllar hatta yüz yıllardır hep işaret etmişler, uyarmışlardır aslında. Ama anlayanlara elbette!..

İki bin beş yüz yıl önce Atina’da aslında köleci/sömürücü olan ‘DEMOKRASİ’ düzenini yıkan üç dinamik unsur/etken, günümüzde adeta yeniden gündemdedir. Şöyle ki; Çözüldükçe çözülen bir bölgesel ve hatta küresel hegemonya, yaşanan ekonomik krizler, artan yoksullaşma ve cahilleşme. Tüm bunların kaçınılmaz ardılı da toplumsal, siyasal yozlaşma. Yine de o liboş takımının aymaz biçimde desteklerini almaya devam eden ‘tiranlık özentisi’ içindeki siyasetçi bozuntuları, böylesi ortam ve koşullarda dahi ‘yaşamları giderek daha da zorlaşan, yaşamları daha umutsuz ve daha kısa olmaya başlayan toplumun alt ve biraz da orta sınıflarını kandırmaya’ devam ederek peşlerinden sürüklemeyi maalesef sürdürüyorlar. Unutmayın, asla tarihin belli bir yönü yoktur. Sınıf çelişkileri içinde insanlık ne yöne iterse tarih o yöne gitmektedir. Türkiye’de Cumhuriyet’in 100. yılında, Aydınlanma, çağdaşlaşma, demokrasi ve insan hakları alanlarında Cumhuriyetin kazanımlarını hızla imha eden bir ‘GERİ DÖNÜŞÜM’ AK Parti iktidarı döneminde çoktan başlamış, önemli ölçüde de yol kat etmiş olduğunu görmek gerekmektedir. Bu iktidarın getirdiği düzen son Mayıs seçimlerinden sonra, Aydınlanma, Çağdaşlaşma ve Laik Cumhuriyet kültürünü, bunun getirdiği tarzların, değerlerin, gelecek kuşaklara genetik olmayan yollardan aktarılması kültür ve sistemini yıkarak, yeniden şekillendirme, böylece gelecek kuşakların tarzlarını değerlerini belirleyerek kalıcılaşma çabalarını maalesef hızlandırmıştır. Buradaki ironi bence şuradadır: Cumhuriyeti kuran parti olan CHP, önce Baykal sonra Kılıçdaroğlu ve ekibinin yönetimi altında bu ‘GERİ DÖNÜŞ’ sürecini hemen her aşamada maalesef kolaylaştırmıştır. CHP bu başarısını(!) Meclis dışına düşmüş, kimi siyasal İslamcıları son seçimlerde Meclis’e taşıyarak taçlandırmış, sonra da anlamsız ve gereksiz bahanelerle iç çatışmalar içinde adeta ölümünü kolaylaştırıcı yollara sapmıştır. İnsanlar tarihsel gelişmeleri ve şahsiyetleri istedikleri gibi değil, felsefi, ekonomik ve siyasi geleneklerden hatta ‘toplumsal mühendislik’ adı verilen örgütlenme deneyimlerinden oluşan bir tarihsel zemin üzerinden yaparlar. Bugün, kapitalizm dayatması liberalizm, tüm dünyada hızla iflas ederken yerini, sınıflar arasındaki ilişkilerde yaşanmakta olan yeni şekillenmelerin yani yoksullaşma/muhtaçlık ve teknoloji, ekonomi, kültür arasındaki ilişkilerin, etnik, cinsel farklar, sosyal medya katkısıyla süreç olarak ‘FAŞİZM’ ile sonuçlanması kaçınılmaz hale gelen bu dönemselliğe bırakıyor. Bu gidişi durdurabilecek geleneğin, deneylerin, belleğin/hafızanın taşıyıcısı, sosyal ve kitlesel bir hareket olması zorunludur. Bu hareketin hızla kendini toplayarak tarih sahnesine çıkması, tam bağımsızlıktan yana Cumhuriyetçi bir muhalefet hareketinin bir an önce ülke siyasetinde güçlü bir biçimde etkin olmasını beklemek hakkımızdır sanırım…