Bir an için bir tarafa bırakalım geçici ve kısa bir döneme özgü karakterdeki karamsarlıkları, kaygıları…

Geride kalan yüz yılda istenilen düzeyde olmasa bile Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, hedeflerine önemli ölçüde varmıştır, bu bir gerçektir!..

 Bu hedeflerin artık geri döndürülemez nokta ve aşamada olduklarına, tüm Türkiye’nin geçtiğimiz 29 Ekim’de ve 10 Kasım’da Cumhuriyet’i ve Atatürk’ü olağanüstü sahiplenmesiyle yeniden tanıklık etmedik mi? Elbette ettik, hem de doyasıya, gururla ve kıvançla…

‘Yüz yılda gerçekten bir ulus yaratılmıştır.’ Yüz yıl içinde yaşadıklarımızın tümü bu ulusu, ulus yapan olaylar ve gelişmelerdir. Bu ulusun geçmişi de bu ulusun bir biçimde, bir bakıma tarihi olarak bir anlamda tamamlayıcısı olmuştur. Cumhuriyet öncelikle ‘Kadın Devrimi’ olarak gerçekleşmiştir. Cumhuriyet’in ve ulus yaratmanın vazgeçilmez bir sonucu, bir ürünüdür bu kadın devrimi. Bu topraklarda yaşayan çok büyük bir kadın kesimi için ve elbette erkek kesimi için de, düşünce ve pratik olarak, geri döndürülmesi mümkün olmayan bir yeni durumdur bu anlattığım. Az sayıda da olsa birtakım kafaları donmuş arızalı erkek kesimi, bence ‘azınlığın azınlığı’ olacak kadar mevcuttur, vardırlar. Cumhuriyet’in yüz yılda elde ettiği büyük başarılar, kazanımlar karşısında bence bu bir ‘çöp sorun’dur. Şüphesiz Türkiye’de kadın-erkek eşitliğinde alınacak daha çok yol vardır ama henüz, tıpkı dünyadaki birçok ülkede, toplumda olduğu gibi. Ancak bizler Cumhuriyet’in ‘kadın devrimi’ sayesinde bizler onların çoğundan çok ileri seviyedeyiz.

Bu arada belirtemeden geçemeyeceğim: Türkçemiz tartışılmazdır. Bir dil birliği içinde herkes duygu, düşüncelerini birbiriyle paylaşmaktadır. Dahası yüz yıl içerisinde bir ortak bir külliyat, bir güncel ve tarih dil hazinesi de epeyce oluşmuştur. Bütün bunlar Cumhuriyet Devrimi’nin ana bileşenleriydi ve bu da yüz yıl içerisinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle çağdaşlık, uygarlık açılarından diğer İslam ülkelerinden epeyce koptuk, diyebilirim. Bugün anlam ve önem bakımında istenilen seviyede olmasa da ‘Bilim’ bu toplumda yerleşmiş ve anlaşılmıştır. Yani bir anlamda bilim; ‘En Hakiki Mürşit’ olma yolunda epey mesafe kat etmiştir. Her ne kadar eğitimde günümüzde epeyce dini-ideolojik dayatmalar varsa yaşansa da toplum olarak ana felsefemiz büyük çoğunluğumuz için bilimsel bilgiler, bilimsel eğitimdir, diye düşünüyorum.

Eğitimde kuşkusuz çok derin sorunlarımız vardır. Araştırmacı/Sorgulayıcı/Yaratıcı olma anlamında eğitimin tam anlamıyla verilebildiği yönünde kuşkularımız, kaygılarımız vardır, bu yönde büyük ölçüde eksikliklerimizin elbette hepimiz farkındayız. Üniversitelerimizin çoğu gerçek anlamda çağdaş bilim yuvaları olma yolunda epeyce mesafe kat etmesine rağmen şüphesiz eksiklikler, aksamalar yaşanmaktadır. ‘Niteliksel/Niceliksel’ anlamda bakıldığında bileşik kaplar ölçütleriyle bakıldığında epeyce aşağı düzeylerde ortalamalara düştüğü görülmektedir.  Ancak Cumhuriyet’in vazgeçilmez sacayaklarından biri olan ‘AKIL’ her şeye rağmen hala ön plandadır. Bilim ve aklı kullanmaktan veya kullanamamaktan kaynaklı ‘siyasal sorunlar’ sıkça biçimde ortaya çıkabilmektedir. Özellikle iktidarın seçmen konusunda sürekli avantajlı destekçiler yaratmak doğrultusunda. Yaşanabilmektedir bu bahsettiğim siyasal sorun ve sıkıntılar. Örneğin; Türkiye’nin toplumsal bileşenlerine yönelik negatif anlamda sıkıntı ve sorun oluşturan bir sığınmacı politikası söz konusudur bugünlerde. Fakat ülkemizin ve dünyanın gerçekleri, önünde sonunda bu politik aklı hizaya getirme kudretine bence sahiptir. Kimse ülkenin sorunlarına sistematik anlamda ‘AKILSIZ’ yaklaşamaz, yaklaşmamalıdır!

Burada bence en önemli konu, ekonomi politikalarında geçmişten ders alamayan ve geçmişte yaşadıklarımızı tekrarlayan bir politik akıl eksikliğinin halen mevcut olmasıdır. Nitelikli bilim ve teknoloji üretmede hala devasa sorunlarımız vardır. Teknoloji deyince hemen akla askeri yani savunma sanayi adı verilen konular geliyor ama 1980’li, 1990’lı yıllarda temeli atılan savunma sanayimiz günümüze kadar epeyce gelişirken asıl büyük sivil pazarda yani toplumsal yaşamda asıl olan yaratıcılık içeren yeni teknolojik ürünleri ithal halen etmekteyiz ve bu zor alana baktığımızda da arka planda bilimsel üretimin ve de buna politik destek eksikliğini apaçık görmekteyiz. Bir ülkede yaşayan ulusun bireyleri, dünyayı bilen ve her alanda yaratıcı insanlar topluluğu olmak zorundadır, aksi halde ayakta kalmakta çok zorlanır, bağımsız, özgür, refah ve mutluluk içinde yaşayamaz. Araştırmacı/Sorgulayıcı/Yaratıcı olan bir toplumun bence kilit taşı, çok iyi bir eğitim sisteminin, bir üniversite sisteminin ülke çapında tam anlamıyla Niteliksel/Niceliksel olarak var olmasıyla mümkündür. Yani Atatürk’ün bir özdeyişinde belirttiği gibi ‘aklı hür vicdanı hür’ bir toplum, bir ulus, geleceğimizin teminatıdır. Türk ulusunun başka bir güvencesi yoktur olmaz da! Çünkü aklı ve vicdanı hür toplum, düşünen ve üreten toplum demektir. Kanaatim odur ki; toplumun, insanlarımızın önündeki tüm engelleri kaldırarak, herkese fırsat eşitliği ve insanca yaşama koşulları sağlayarak bu hedefe varabiliriz. Daima ileriye bakmalıyız, ileriye doğru yürümeliyiz. Çağdaş dünya ile uygun adım yürümeliyiz…