Beni bilenler bilir; meramımı anlatmakta zorlandığımda karşımda gerçekten anlamaya değil, ters algılarla saplantı haline getirilip körleştirilmiş beyinler ile karşılaştığımda kıssadan hisse kapılacak ibretlik öykülere yer veriyorum bu sütunlarda sıkça olmasa da…

 Bugün, yine gündemdeki güncel olayları ve özellikle siyasi gelişmeleri yine bir tarafa bırakarak gerçekten okuyunca çok keyif alacağınız, beğeneceğiniz ve dikkatle takip ettiğinizde kıssadan hisse kapacağınızı umduğum, ibretlik bir öyküyü sizlerle paylaşacağım. Şimdi, sıkı durun, anlatmaya başlıyorum;

Yüzyıllar önce, ülkelerin birinde çok kudretli, halkına büyük korku salmış bir hükümdar yaşarmış. O hükümdar, kızını kendinden yaşlı veziri ile zorla evlendirdiğinde, gerçekleştirilen görkemli düğüne kimileri zorla, yani zorunlu olarak, ülke halkının büyük çoğunluğu katılmış, mecburi olduğu için çeşitli hediyeler getirip, saray yetkililerine sunmuşlar. Hükümdar, düğün sonrası getirilen hediyelerin her birini dikkatle bakmış, incelemiş, kimlerin neler getirdiği sormuş. Hediyelerden biri büyük bir sepetin içinde üç adet dalından yeni koparılmış elma imiş. Bu durum kudretli hükümdarın dikkatini çekmiş, kimin getirdiğini sormuş. “Aklı evvel olduğu her halinden anlaşılan bir köylü” yanıtını vermiş, saray yetkilileri. Bunun üzerine Hükümdar, “bana derhal o yarım akıllı köylüyü bulup getirin. Madem kızımın düğünü için sadece üç elmayı hediye olarak getirecekti, niye içine en elli elmanın rahatça sığabileceği koskoca sepete koyup, getirdi, doğrusu çok merak ediyorum.” demiş. Saray muhafızları yola koyulmuşlar ve o yarım akıllı dedikleri, koskoca sepet ile sadece üç elmayı hediye getiren adamın yaşadığı köyünü aramaya başlamışlar. Aradan günler geçmiş ne köyü ne de o “yarım akıllı” dedikleri köylüyü bulamayan saray muhafızları yorgun ve bitap düşmüş durumda, sarayın bulunduğu şehre dönmüşler. Tam saraya girecek iken, bir de bakmışlar ki, o aradıkları köylü sarayın yan kapısının önünde bir taşın üzerinde oturuyormuş. Saray muhafızlarından bir adamı tanımış ve hemen kolundan sıkıca tutarak, saraya sokmuş, hükümdarın yeni damadı olan vezirin yanına götürmüş. Daha sonra hemen hükümdarın huzuruna çıkarılan ‘yarım akıllı’ denilen o köylüye, kudretli ve acımasız olduğu söylenen hükümdar, çatık kaşlarla, ama dikkatlice bakınca hemen onu tanımış! Hükümdarın hemen tanıdığı o köylü, kudretli hükümdarın baba bir, anne ayrı kardeşiymiş. Hükümdar huzuruna sürükleyerek getirilen o köylünün yirmi iki yıl önce, tahta yeni çıktığından öldürüleceği korkusuyla ortadan kaybolan kardeşi olduğunu öğrenmenin şaşkınlığı nedeniyle girdiği şok içinde çevresindeki tüm saray hizmetlilerine “hepiniz dışarı çıkın, bizi yalnız bırakın!” demiş. Yapılan tüm itirazlara rağmen herkesi dışarı çıkaran ve kapıları kapattıran hükümdar, yerde kıvrılıp oturmuş durumdaki kardeşine dönmüş ve şunu sormuş; “Yıllardır ortada yoksun. Niye yirmi iki sene sonra çıkıp kızımın düğününe geldin, neden içinde sadece üç elma bulunan kocaman sepeti hediye olarak getirdin ve daha sonra neden yine ortadan kayboldun?” Henüz birkaç dakika öncesine kadar yarım akıllı köylü olarak bilinen, hükümdarın kardeşi olduğu yeni ortaya çıkan adam, yerden yavaşça dizlerinin üstüne doğrulmuş ve sonra ağaya kalkmış. Hükümdara dönerek başlamış anlatmaya; “Senin zorla evlendirdiğin kızın benimde yeğenimdir. Onun düğününe katılmayı ve sana doğruyu göstermeyi son bir görev olarak kabul ettiğim için yıllar sonra çıkageldim. Kocaman sepete, niye sadece üç elma koyup hediye olarak getirdiğime gelince; dikkatle beni dinle o zaman. Elmalardan birini sana, diğerini yeğenim olan zorla evlendirdiğin kızına, sonuncusunu ise o kötü yürekli, zorba ve zalim biri olan damadın yaptığın vezirine getirdim. Elmaların üçü de zehirli. Elmaların aynı anda yenilmesi durumunda beşer günlük ömrünüz olacak. Eğer elmaları yediyseniz, hemen söyleyin, çünkü sırtımda taşıdığım heybemde o zehir yüzünden ölümden kurtulmanızı sağlayacak iksirin olduğu iki elma bulunuyor. Yani elmalarımı yiyen üç kişiden ikisini kurtarabilirim.” Kardeşinin bu sözleri üzerine, hükümdar telaşla “hemen o heybende taşıdığın elmalardan birini bana ver, çünkü vezirim o getirdiğin elmalardan beş gün önce birini yemiş ve tadını çok sevdiği için diğerini de bana getirdi, ben de afiyetle yedim.” demiş. Hükümdar ile kardeşinin bu konuşmasını, gizlice tahtın arkasındaki bölmeden dinleyen vezir, dehşet ve korku içinde saklandığı yerden fırlamış “panzehir olduğu söylenen elmaların ikisini de bana ver, yoksa seni hançerimle şuracıkta öldürürüm.” diye haykırmış. Hükümdarın kardeşi, vezirin tehdidine rağmen hiç istifini bozmadan sormuş, “üçüncü elmayı kim yedi, yoksa yeğenim olan prensese mi verdin?” Vezir ürkek biçimde yanıtlamış, “evet, kalan son elmayı prensese verdim, şimdi içinde panzehir olan o iki elmayı da hemen bana ver. Birini kendim yiyeceğim ve ölmekten kurtulacağım, diğerini ise karım olan prensese yedireceğim. Böylece hükümdarın hayatı son bulacak ama prenses sağ kalacağı için ben de hükümdar olarak tahta geçeceğim.” Kötü kalpli vezirin bu itirafı sonrasında, kardeşi hükümdara şunları söylemiş; “Duydun mu, o çok güvendiğin kızını zorla verdiğin vezirinin söylediği sözleri. Zalim vezirin maskesi düştüğüne göre, ben de asıl gerçeği açıklayabilirim. O hediye olarak getirdiğim üç elma zehirli falan değildi, dolayısıyla heybemdeki iki elmada panzehir olan elmalar değildir. Kardeşim olan kudretli hükümdar sana doğruyu gösterdim ya. Artık benim buradaki görevim bitti, gidiyorum. Kalın sağlıcakla…”

Bakalım, bu kıssadan hisse kapılacak ibretlik öyküdeki kıssadan hisseyi kimler nasıl kapacak, ibreti kimler anlayıp algılayacak doğrusu çok merak ediyorum!..