YALANLARI SAVUNAN ÖLÜMLERİN SEBEBİDİR!

Bugünlerde itibar yani saygınlıklarını çok yitirmiş olsalar dahi, sesleri epeyce kısılmış olsa bile Corona virüs aşılarının zamanla ne denli koruyucu olduğu belirgin biçimde ortaya çıkınca, TV ekranlarına da her ne kadar gerçekdışı olsa da ‘ilginç bakış’ olarak da olsa hiç çıkarılmaz oldular. Zaten safsataya, bilimdışılığa prim verilmesi kadar yanlış ve aynı zamanda ilkesiz bir yayıncılık anlayışı asla olamaz, olmamalıdır.

Çünkü bu türden bir anlayışın gerçek zeminlerde konuşulur, tartışılır ciddi bir tarafı yoktur. Dahası halk sağlığı ve insan sağlığına zararları ile büyük olumsuzlukları da beraberinde getirir. Aslına bakarsanız yazımın başından beri sözünü ettiğim şey şudur; Aşı karşıtlarından ve aşı üretip satacaklar tarafından laboratuvarda uydurulmuş virüs denilerek bu buna benzer gerçek dışı söylemler ile zihinleri bulandıranlardan ve binlerce insanın ölümüne yol açanlardan bahsetmeye çalışıyorum, sizin anlayacağınız. Dünya Sağlık Örgütü’nün resmi kaynaklardan edindiği ve paylaştığı verilere bakıldığında Corona virüs nedeniyle tüm dünyada şimdiye kadar 10 milyon civarı insan yaşamını yitirdi. Yaklaşık 7-8 milyon insan ise corona geçirdiği için bağışıklık sisteminin zayıflaması hatta iflas etmesi nedeniyle corona ile ilişkili ancak başka sebeplerle hayatını kaybetti. Tüm bunları anlatırken, kimilerine göre ahkam keserken şu hususu da önemle belirtmeden geçemeyeceğim. Başka konulardaki yazarlık, yorumculuk kimlikleriyle toplum üzerinde epeyce etkili olan ‘sözde kanaat önderleri’ usta aşçılığı sahanda yumurta kırmaktan ibaret sayan tırnak içinde ‘şapşalımsı uzmanlar’ başlangıçtan yakın zamana öldürücü olan bu salgın üzerine, üstelik sistematik olarak fikir beyanında bulunmalarının ne kadar sakıncalı tehlikeli olduğu son gelişmeler üzerine apaçık biçimde ortaya çıkmış olmadı mı, elbette oldu..

Çünkü halk sağlığı konusunda büyük sorumluluk taşıyan bu konu, “Sen öyle düşünüyor olabilirsin, ama ben de böyle düşünüyorum, düşünce özgürlüğü kapsamında ben de fikrimi söyledim” biçimindeki, sıradan bir münazara yani karşı fikir tartışmaları ile zerre kadar ilgisi bulunmadığının farkında olmak gerekiyor. Üstelik gerçek dışılığın yani yalan söylemenin, yalanı yaymanın ve yalanı savunmanın neresi düşünce özgürlüğüdür, Allah aşkına!..

 O yüzden yazımın başlığında belirtmeye çalıştığım gibi yalanları yani gerçek dışılığı savunanlar, ölümlere sebep olanlardır, kanaatindeyim. Toplumların virüse karşı adeta ölüm kalım savaşına girdiği Pandemi yani salgın sürecinde yaydıkları sahte düşüncelerle, insanın doğrudan varlığı ile uğraştıklarını düşünebilseydiler ve kenara çekilebilseydiler, gerçekten bir “kanaat önderi, Uzman” niteliklerini ortaya koymuş olurlardı ama olmadı. Çünkü onların çapları yetersiz olduğu gibi omurgaları da yoktu!..

O yüzden o sözde uzmanlar ve kanaat önderleri kolayına kaçarak aldıkları talimatların gereğini yerine getirerek ‘yok aşı olanlarda kuyruk çıkacak, DNA’sına çip takılacak, insan olmaktan çıkacaksın, senden başka yaratıklar üretilecek, aşı seni kısır yapacak, çocuğun insan olarak doğmayacak’ gibi gerçek dışılığın çok üzerinde yalanların kuyruklusu denilebilecek safsata noktalarına varan düzeyde alçakça söylemleriyle, milyonlarca insanı virüse karşı korumasız bırakarak ölümlere sebep oldular. Bu ölümlerin çetelesini tutan var mıdır, elbette vardır. Peki o yalanlarla bu ölümlere sebep olanların umurlarında olmuş mudur, vicdanları sızlamış mıdır, kalemlerini kırıp çöpe atmışlar mıdır, en azından toplum karşısına çıkıp bir özür dileyip helalleşecekler midir, neden yanlış yaptıklarını açıklayacak erdemi gösterebilecekler midir? Hiç sanmıyorum, hatta eminim. Hiçbir şey yapmadıkları gibi utanmadan sessizliğe bürünüp yaşamlarını sürdürmektedir o zavallılar! Yazıklar olsun, yuh olsun hepsine!. 

Aslında bu konu, toplumda ‘Gerçek Ötecilik’ diye adlandırılan kavramın yaşadığımız dünya da güncel olarak ne denli yaygın olduğunu göstermesi açısından da çok önemlidir. İnsanlar kanıtı, ispatı olmadan, kendilerine söylenenleri, ‘acaba gerçek mi, yoksa aldatılıyor muyum’ diye düşünmeden, araştırmadan, sormadan, öğrenmeden neden bu türden safsata dolu yalanları körü körüne kabul ederler? İnsan bir yönüyle aldatılmaya mahkum bir yaratık mıdır? Ne olursa olsun neden ‘inanç’ temelli yaklaşımlar, insanda çoğu kez ağır basar? Dahası insanlar neden bilimsel temelli dayanaklı bilgiyi sahte bilgiden ayırmakta sürekli olarak zorlanır? Bu ve benzer soruları yönelttiğinizde sosyal bilimciler ve psikologlar sizlere önemli ve ilginç yanıtlar vermekte, ciddiye alınması gereken tespitler yapmaktadır. Örneğin bu anlattığım konulara sosyal bilimcilerin ve psikologların yaptığı yorum ve değerlendirmeler şöyle olmaktadır; “Çoğumuz herhangi bir konu hakkında bir yargıda ya da çıkarımda bulunurken bilim insanlarının titizliğiyle ince eleyip sık dokumayız. En kestirme yoldan, pratik, ekonomik ve o an için belirsizliği giderecek çözümlere, yanıtlara halk deyimiyle kestirmeden ulaşmaya çalışırız. Bu da bizi her türlü yanlılığa ve de yanlış yapmaya açık hale getirir, kaçınılmaz kılar. İnsanların aşırı kaygı altında daha önyargılı oldukları gözlemlenmiştir. Bu yüzden, aşırı kaygılı kişiler felaket senaryolarına, komplo teorilerine ve olumsuz içerikli haberlere daha kolay inanabilirler. Toplumda dolaşan bilgi saydam değilse, otorite bilgi saklıyor, doğru bilgi vermiyor ve tarafsız davranmıyorsa, güvensizlik daha da artar. Çünkü güvensizlikle komplo teorilerine inanma arasında güçlü ilişkiler vardır. Tüm bunların ötesinde başka bir etken daha vardır ki, o da şudur; Kişilerin yıllardır inandıkları görüşlerinin, tutumlarının, değerlerinin yanlışlığı somut olarak gösterilse bile buna hemen inanmaları ve değiştirmeleri bir sürü psikolojik, evrimsel ve sosyal nedenlerle epeyce zor olmaktadır. Bir anlamda bir türlü kabullenememek, bilgi toplumu olmaya erişememiş toplumlar da epeyce zordur!..