YALAN YARIŞI ASLINDA AKIL YARIŞIDIR!

Bugünkü yazım aslında yakın geçmişte bu sütunlarda yayımlanan yazılarımdan birisinin güncellenmiş ve biraz kısaltılmış hali..

Bugünkü yazımı yalana dair birkaç kelam etmek amacıyla sizlere tekrardan sunuyorum. Unutmayın ki, yalan yarışı aslında akıl yarışıdır!..

İngiltere’nin 1600’lü yıllarına damgasını vuran, kısa bir dönem Başbakanlık da yapmış olan ünlü siyaset adamı Oliver Cromwell’in ‘Siyasette yalan yarışına girenler kazanmak için öncelikle mutlaka akıl yarışından galip çıkmak zorundadır.’ şeklindeki veciz sözü bugün dahi geçerliliğini korumaktadır. Şöyle ki; ‘Bir siyasetçinin kitleleri etkileyip dolayısıyla başarılı olabilmesi için eğer yalana başvurması gerekiyorsa o yalanların akıl dolu, yani akla dayalı olması gerekmektedir. Akıl dışı, saçma sapan yalanlarla bir politikacının başarılı olması, kitleleri etkileyip onların oylarıyla iktidara oturması ve iktidarını sürdürmesi asla mümkün olmaz!.’

Siyaset tarihimizin ünlü demagoji ustası merhum Süleyman Demirel 1970’li yıllarda yokluklar içindeki Türkiye’nin başına Başbakan olduğu dönemlerde düzenlediği basın toplantılarının birinde gazetecilerin ‘ ülkede benzin yok, ampul yok, şeker yok, tüp yok, yokluklar ve yoksulluk içindeyiz!’ şeklindeki soruları üzerine, ‘benzin vardı da biz mi içtik, ampul vardı da biz mi takmadık, şeker vardı da biz mi yedik, tüp vardı da biz mi kullanmadık, varlık, bolluk vardı da biz mi yokluk çıkardık, fukaralık bizim zamanımız da mı peydahlandı?’ biçiminde ‘demagoji sosu’ gayet yüksek ama ‘gerçeklik dozu’ yok denecek kadar az yanıtlar vererek Türkiye’deki seçmen kitlesinin büyük bir bölümünü etkilemiş, ülke insanının en azından önemli bir bölümü o günlerin koşulları gereği olsa gerek Demirel’e hak vermiş, desteklemiş, dolayısıyla oylarını ondan ve o zaman ki partisi Adalet Partisi’nden esirgememişti. Bu durumdan, böylesi hallerden çıkarılabilecek en doğru sonuç; ‘Siyasetçi eğer mutlaka atacak ise yalanı destekli atmalı mıdır, olmalı? Aslına bakarsanız ‘aklını, zekasını doğru ve yerinde kullanan siyasetçinin kitleleri etkileyip başarılı olması için yalana başvurmasına gerek yoktur. Gerçekler üzerinden kapasitesi ölçüsünde yaralı işler yapan siyasetçi zaten hak ettiğini alır, dolayısıyla başarılı olur!’ O nedenle yazımın başından beri anlattıklarım, sakın ola ki yanlış anlaşılmasın, kesinlikle aklını attığı ve atmayı tasarladığı yalanlar için kullanan veya kullanmaya heves eden siyasetçilere öğüt veriyor, değilim. Zaten onların benim vereceğim akıl veya nasihatlere ihtiyaçları yoktur. Eğer biraz daha derine girecek, daha fazla irdeleyecek olursak, bu konuya ilişkin olarak aslında daha çok şeyleri yazıp anlatmak mümkündür. Ama bunu yapmak yerine konumuza ilişkin kıssadan hisse kapılacak ibretlik kısa bir öyküyü nakletmek, belki de daha doğru olacaktır. Üstelik size aktaracağım kıssadan hisse kapılacağını düşündüğüm ibretlik kısa öykümüzün, belki de sizleri düşündürdüğü kadar bir nebze olsun gülümseteceğini umuyorum; Bir zamanlar padişahın biri ülkede ‘yalan yarışması’ düzenlenmesini emretmiş. Ülkenin her yerinden yalan yarışmasına katılanlar, padişahın huzuruna çıkıp inanılması güç, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir yalan söyleyeceklermiş. Padişah kimin yalanının gerçekleşmesinin mümkün olmadığına kanaat getirirse onu bir kese altınla ödüllendirecekmiş. Beklenen gün gelmiş, ‘yalancıların yalan yarışması’ başlamış. Ülkenin en usta yalancıları, en usta dolandırıcıları birer birer padişahın huzuruna çıkıp yalan söylemeye başlamışlar. İçlerinden biri çıkıp; ‘Yüce padişahım ben ta gökyüzüne uzanan bir merdiven kurdum!’ Demiş. Padişah; ‘Olabilir. Mümkündür. Ne var ki bunda!’ yanıtını vermiş. Bir diğer yalancı ise huzura gelip padişaha; ‘Padişahım ben okyanusu geçebilecek kadar uzun bir köprü kurdum!’ Demiş. Padişah buna da; ‘Olabilir, mümkündür. Bunda da ne var ki!’ diye karşılık vermiş. Daha birçok yalancı gelip sırayla yalanlarını ballandırarak anlatmışlar. Ancak padişah yalan yarışmasına katılan yalancıların hepsine biraz düşünüp ‘olabilir mümkündür’ yanıtını veriyormuş. Ama yarışmaya katılan bir kişi varmış ki, bir tek o fark etmiş, bu yarışın yalan yarışından daha ziyade bir akıl yarışı olduğunu! O yüzden yalan yarışmasında sıra ona geldiğinde öyle bir yalan söylemiş ki, padişah, bunun olup olamayacağını düşünme ihtiyacı bile hissetmemiş ve diğer yalancılara verdiği ‘olabilir, mümkündür, ne var ki bunda!’ şeklinde yanıt vermemiş. Bu akıllı ama aynı zamanda yalancı olan adam, yalan yarışmasını şu yalanla kazanmış; ‘Padişahım sizin merhum muhterem pederinizin, benim merhum muhterem pederime bir kese altın borcu varmış, hazır gelmişken o borcu tahsil edebilir miyim acaba?.’

Bu kıssadan hisse ibretlik kısa öyküden siz ne sonuç çıkarırsınız bilemem ama benim çıkardığım sonuç; ‘Akıl yalandan daima üstündür’ şeklindedir.