VASATLARIN İKTİDARINDA POPÜLİZM DAYATMASI
Bugün yazımın başlığında kurduğum cümlede asıl anlatmaya çalıştığım, tarihsel süreç içerisinde
örnekleriyle bariz biçimde görünen 'Popülist siyasetin Sol’dan nasıl Sağ’a kaydığı ve oradan da
gideceği son noktanın Neo-Faşizm olduğu gerçeğidir!..'
Bu öngörüm de bana göre gerçeğin çok açık bir ifadesidir!.
Şimdi anlatmaya devam ediyorum; Kapitalizm 1970’lerin sonlarına doğru küresel rekabete açıldıkça
ve sermaye heterojenleşip farklılaştıkça ona bağlı olan emek süreçleri de farklılaşmış, parçalanarak
marjinalleşmiştir. (Burada bir parantez açarak sanırım heterojenleşme ve marjinalleşmeyi açıklamak
gerekiyor.) Heterojen; sözcük anlamı olarak değişik yapılara sahip olan maddelerin bira araya
gelmesi her noktasında aynı olmayan karışım dağılımına verilen isimdir. Örneğin; Ayran, sütün, su
ve tuz ile mayalanmasıyla heterojenleşmiş bir karışımdır. Tıpkı toprağın, su ile karşımın çamur
haline gelip heterojenleşmesi gibi. Marjinalleşme ise toplumda bir grup ya da bireyin, önemli
iktisadi, dini ya da siyasal güç konumuna ve simgelerine ulaşamaması, azınlıkta kalması
durumudur..
Anlatmaya çalıştıklarımın daha net anlaşılması ve kavranabilmesi amacıyla zorunlu gördüğüm bu kısa
açıklamayı yaptıktan sonra kaldığım yerden ediyorum; Bir yanda marjinal durumda düzensiz emek
yoğunluğu diğer yanda ise örgütlü yani sendikal ve benzeri sosyal haklardan hala yararlanmayı
sürdürebilen düzenli biçimdeki işgücü ayrımı 1970’lerin sonlarına gelindiğinde epeyce
derinleşmişti. Bu parçalı yapıya 1980’lerden itibaren bir de göçmenlerin yarattığı işgücü eklenmeye
başlanınca sistemin çökebileceğine dair ipuçları gelmeye başladı. Bu durum 1990’lardan başlayarak
yeni üretkenlik kazanımlarını sağlanamamasına yol açtı. Bu ortamda kapitalist sisteme karşı olası
toplumsal muhalefetin bastırılması ise ancak ‘milliyetçi, etnik, dinsel ve cinsiyete dayalı
ayrımcılıkların körüklenmesini gerekli kılacak’ anlayış ve düşüncelerin ortaya çıkmaya başlamasına
sebep olacaktı. Siyasette adına ‘Yeni’ veya daha net bir ifadeyle ‘Sağ Popülizm’ denilen olgunun
yeşermesi aslında doğrudan doğruya ‘Neo-Faşizme’ giden yolun taşların döşenmesi veya atılan
asfaltın harcının karılması işte bu ortamda ortaya çıkmış oldu. Bir başka deyişle bu koşullar altında
sermayenin artık liberal burjuva demokrasisinin maliyetlerini karşılayamadığı ve demokrasi
kurumlarının da sermaye birikimi önünde ‘ayak bağı’ olmaya başladığı görülmüş oldu..
Sözün özü şudur; 21. Yüzyıl kapitalizminin birikim koşulları, 20. Yüzyıl kapitalizminin birikim
koşullarının aksine savaş, şiddet ve baskı içermektedir. Burjuva demokrasisi ve kurumları sermaye
birikimi önüne engeller çıkartan bir ‘gereksiz maliyet’ unsuruna dönüşmüştür. Daha anlaşılır bir
ifadeyle; Geçen yüzyılda siyaset Popülizmi’nin ana unsurları yani temel Argümanları; Aş, iş,
demokrasi, adalet, hakça bölüşüm ve paylaşım, refah toplumuydu ve o yüzden siyasette genel
olarak ‘Sol Popülist’ rüzgarlar esmekteydi ve Türkiye dahil tüm dünyada ‘Popülist siyasetçiler’
gerçekten ‘solcu olamasalar dahi’ esmekte olan bu rüzgarların etkisiyle siyaset yapıyorlardı..
Yakın geçmişi anımsayıp düşünün bir kere; Şimdiki Erdoğan dahil olmak üzere, Demirel’in de Özal’ına,
Mesut Yılmaz’dan Tansu Çiller’ine, Türkeş’inden Erbakan’ına kadar tüm sağcı bilinen liderlerin her
biri seçim meydanlarında, siyaset arenasında ‘demokrasi havarisi’ kesilip ‘nurlu ufukları, adil düzeni,
Avrupa, Amerika standartlarında zengin ve mutlu bireyler olarak refah toplumunda yaşamayı’ vaat
etmiyorlar mıydı? Elbette ediyorlardı. Onların tüm bu vaatleri aslında ‘Sağcı’ olmalarına rağmen
güttükleri ‘Popülist’ siyasetin gereği olan ‘Sol Popülist’ siyaset yapmaları mecburiyetinin getirdiği bir
anlamda yükümlülüklerdi!.
Avrupa’da ve aslında dünya genelinde 2000’li yıllara girilmesiyle birlikte bilhassa son 15 yıllık
süreçte popülist siyaset ekseni, dilimin döndüğünce, bilgimin yettiğince anlatmaya çalıştığım sebep
ve gerekçelerle Sol’dan Sağ’a kaymıştır. Aslında mesele bu kadar basittir ve de nettir!.
Yani sadece Türkiye’de değil tüm dünya siyasetinde siyasetçiler, eğer iktidar olmak, iktidarda kalmak
istiyorlar ise önce ‘Popülist’ olmak, sonra da ‘Sağ Popülist’ siyasetin gereklerini yerine getirmek
zorundadır. Çünkü ‘Küresel Dünya Düzeni’nin dayatması budur, bu dayatmayı da aşmak şimdilik
mümkün görünmemektedir! 'Yine de ben bir şey anlamadım' diyorsanız önümüzdeki günlerde aynı
konu ve içerikte yazacaklarımı da okuyun, gene anlamadım diyorsanız, o zaman sizin için yapacak bir
şey kalmamış demektir!.
Yorum yapın