ÜRETİMSEL DIŞAVURUM

Üretmenin bir var oluş edimi olduğu, çağlar önce ispatlanmış. Toplumlar dönem dönem bunu acıyla yeniden tecrübe ediyor. Hazırın, elden gelen öğünün kolaylığı çoğu zaman üretimin zahmetli sürecini kafan çıkarıyor. Hiç çaba sarf etmeden besine, giyime, barınmaya erişen insan bunca kolaylığın içinde üretimi unutup refahına odaklanıyor. Ancak bir şeyler üretmeden tam bağımsız bir biçimde yaşamak hayal, maalesef dünya halkları bu rüyadan su kıtlığı ve besin kaynaklarının tükenmesi gibi kabuslarla uyanıyor. İşin farkına varanlar üretimi destekleyip tüm üretim enstrümanlarını elinde bulundurma kararlılığına erişiyor. Hatta kendi ihtiyacını karşılamanın yanı sıra diğer dünya toplumlarına da ürettiklerini pazarlıyor. Türkiye gibi henüz rüya halindeki toplumlardaysa sıkıntıya girmektense hazır alıp tüketmek daha “doğru” bir yol olarak görülüyor.

Bağlı olmak korkulacak bir şey değil ancak bağımlı olmak tüyleri dikenleştirecek kadar ürkünç bir durum. Hammaddeyi işleyememek, toprakları nadasa çekmek, içinde bulunduğunu coğrafyanın farkına varamamak bir teslim oluşun ifadesi. İnat, başarıyı getiren en temel unsur. Üretim araçlarına ve gereçlerine erişim ne kadar imkansızlaşsa da üreticinin inat edip bir ürün ortaya çıkarması, geleceği için oldukça yararlı olacaktır. Bunu yaparken modern yöntemlerin kapısını da sık sık çalmak zorunda, geleneksel üretim modellerinin verimliliği düşürdüğü açık bir gerçektir, üretici bunun için teknik üretime kulaklarını tıkamamalıdır.

Üretmek, bir ürün ortaya koymak maddi getirisinin yanında manevi bir doyum da sağlar. Bir koyununuz varken doğan bir kuzuyla koyun sayısının ikiye çıkması, üretimin o büyülü duygulanımıyla birleşince gerçek bir haz verir. Ellerini alnına dayayıp iki büklüm düşünmek yerine toplumun her bireyi, üretimin bir köşesinde durabilse toplumsal depresyonun da beli kırılacaktır. En basit biçimde, iki tavuk size her gün iki yumurta verir. Zincir marketlere gidip nasıl üretildiğini bilmediğiniz ağır kokulu yumurtalara afaki paralar ödemekten ayda 40-50 liraya kurtulabilirsiniz. Bağımlı olma durumundan kısmi bir özgürleşmeye geçersiniz.

Asıl sorun toplum olarak adım atmaktan korkuyor olmamız. Risk almayı sevmiyoruz. Birçok fırsatı, başarıyı, mutluluğu; yapamayacağız fikrisabiti yüzünden elimizin tersiyle ittik. Sonuç: Hiç! Azıcık aşım kaygısız başım… Böyle bir felsefenin doğruluğuna beni kimse inandıramaz. Aşın fazla olacak ki çocukların da, dostların da hatta hiç tanımadığın insanlar da doyacak. İnsanlara yararlı olmak istiyorsan üreteceksin, büyüyerek üreteceksin. Aman tadımız kaçmasın diyerek bugünlere geldiğimizi unutmayalım. Üreten tat getirir, üretmek tatlıdır, farkına varın. Kaç köylü, tarlasını nadasa bırakıp şehre asgari ücret batağına düşmeye geldi. Boş kalan tarlalar, bu ülkenin geleceğidir; teminatıdır. Bu ülkeyi var eden Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının mirası, Türk köylüsüdür. Önce köylerde yaşayan insanlara, toplumsal kıymetleri anlatılmalı. Köylü, herhangi bir siyasi ideolojinin tezahürü olamayacak kadar yüce bir yerde durur. Onu milletin efendisi yapan zihniyet, üretimin köylerden filizlendiğini görüp bu adımı atmıştır. Türk köylüsü modern tekniklerle üretimini katlamalı ve asla toprağını satmamalı, nadasa terk etmemelidir.

Bahçe, balkon, kafes, ahır, kümes, tarla, kovan, atölye, terzihane, konfeksiyon… Soylu duyguları meydana çıkaran enfes sözcükler! Üstelik bu toprağın mayasına bin yıllardır bu gibi efsunlu sözcükler ilintilenmiş. Burası Anadolu. Ne Orta Doğu ne Avrupa ne Asya. Burası şahsına münhasır bir nadide kara parçası. Medeniyet doğuran bir kıtada yaşayıp üretmemek, üzerinde yaşadığımız toprağa ihanet olur. Ürettikçe var oluruz. Üretmek tatlıdır, üretelim. Dille, çapayla, iğneyle, sütle, etle… İnadına alın teri dökerek, inadına emek vererek üretelim.