Yıllar önce görev yaptığım okulun önüne kadar gelen Salı Pazarı, semtin en canlı günlerinden birini oluştururdu. Sadece alışveriş için değil, pazarı gezmek için bile geleni çok olurdu. Sonraları o pazar kalktı gitti ama adı geçen Salı Pazarı ile herkesin mutlaka bir hatırası vardır. Kimisinin cebinde eksilen para, kimisinin evine giren bir eşya, kimisinin de aklında kalan bir cümle, kiminin pazarda çaldırdığı cüzdanı…
Benim hatıram ise hâlâ kulaklarımda çınlayan o meşhur sözle başladı: “Üç gömlek on lira!”
Evet, yanlış duymadınız. O yıllarda bir gömleğin tanesi on liradan aşağı değildi. Hatta bazı yerlerde daha pahalıydı. Hal böyleyken üç gömleğin on liraya satılması insanın aklına ister istemez şu soruyu getiriyordu: Bu işin içinde ne var?
Pazarcının elemanı tezgâhın çadır ipini bizim okulun ihata duvarlarının demirlerine bağlamıştı. Benim gömleklerle ilgilendiğimi fark edince yanıma sokuldu, sesini biraz kısarak, sanki büyük bir sır verecekmiş gibi konuştu:
“Hocam sen şimdi alma, ben sana haftaya gelenlerden vereyim.”
Tamam dedim, çok da üzerinde durmadım. Okula girdim. Ders arası bir ara camdan dışarı baktım. Tezgâhın önünde ciddi bir kalabalık vardı. İnsanlar büyük bir telaş içinde gömlekleri karıştırıyor, bedenine uyanı alıp gidiyordu. Bir an durup düşündüm. Bu kadar kısa sürede bu kadar satış yapılacağını doğrusu tahmin etmemiştim. Bir süre sonra bahçeye çıktım. Pazar dağılmak üzereydi. Satıcıya yaklaşıp merakla sordum:
“Bu işin sırrı nedir? Anlat bakalım bana.”
Gülümsedi. Hiç saklama gereği duymadan anlatmaya başladı:
“Hocam biz bu gömlekleri tabak, çanak karşılığı topluyoruz. Hanımlarımız sokak sokak, ev ev geziyor. Toplanan gömlekleri yıkıyoruz, ütülüyoruz, ambalajlıyoruz, sonra tezgâha çıkarıyoruz. Aralarında bazen hiç giyilmemiş olanlar da var ama neredeyse tamamına yakını giyilmiş gömlek. İşte bu yüzden üç gömlek on lira.”
Bir an durakladım. Sonra dönüp şunu söyledim:
“Sen haftaya bana gömlek getirme.”
Şaşırdı.
“Hocam ben sana giyilmemişlerden getirecektim” dedi.
Güler misin, ağlar mısın? Hangisi daha doğru, hâlâ emin değilim.
İşte o günden sonra ben gömleklerimi hep tanıdık yerlerden aldım. Belki biraz daha pahalıya, belki biraz daha az seçenekle ama içim rahat ederek.
Düşünsenize… Yıllardır yan yana yaşadığınız bir komşu, bir tanıdık yıllarca giydiği gömleği bir gün sizin üstünüzde görse… O an yaşanacak sessizliği, bakışları, belki de içten içe edilen cümleleri hayal etmek bile insanı güldürüyor.
Velhasıl kelam, pazarda her ucuz olan şey gerçekten ucuz değildir. Aman pazarlarda dikkatli olun. Ne olur ne olmaz…
*/*/*/*
YENİ YIL MESAJI(M)
Yeni bir yılın eşiğindeyiz. Geride bıraktığımız yıl, hepimize farklı hikâyeler, sevinçler ve dersler bıraktı. Zor zamanlar da oldu, umutla gülümsediğimiz anlar da… Şimdi, hepsini yanımıza alıp yeni bir sayfa açıyoruz.
Yeni yılın; daha çok dayanışma, daha çok umut getirmesini diliyorum. Sözü dinlenenlerin değil, sözü olanların çoğaldığı; kırgınlıkların azalıp ortak aklın güçlendiği bir yıl olsun. Sağlık, huzur ve insan olmanın kıymetini hatırlatan küçük ama anlamlı mutluluklar hepimizin yoluna eşlik etsin.
Okudukça düşünen, düşündükçe değiştiren tüm okuyucularıma gönülden teşekkür ediyorum. Yeni yılda da aynı sorumlulukla, aynı samimiyetle buluşmak dileğiyle…
Yeni yılınız kutlu olsun.
YENİ YIL SÖZLERİ
*Yeni yıl; umudu ertelemeyenlerin, iyiliği çoğaltanların ve yarını bugünden daha adil kılmak isteyenlerin yılı olsun.
*Takvim değişir, dilekler değişmez. Sağlık, huzur ve vicdanı diri bir yıl hepimize iyi gelsin.
*Yeni yılda az sözle çok anlam, çok gürültüyle değil; doğru seslerle yol alalım.
*Bir yıl daha geçti… Kalanlara şükür, gidenlere saygı, gelene umutla.
YILBAŞI HİKÂYESİ
Adam, 3 yaşındaki kızını, oldukça pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kâğıdı, bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı. Yılbaşı sabahı, küçük kız paketi getirip “Bu senin babacığım!” dediğinde babası üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına? Bir gece önce yaptığından utandı… Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu. Kızına yine bağırdı; “Birisine hediye verdiğinde kutunun içinde bir şeyler olması gerekiyor. Bunu da mı bilmiyorsun küçük hanım?” Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı. “O kutu boş değil ki baba!” dedi. “İçini öpücüklerimle doldurmuştum!” Babası, öyle fena oldu ki… Kızına sarıldı; beraber ağladılar. Adam o altın kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse kutuya koşar, içinde minik kızının sevgiyle doldurduğu hayali öpücüklerinden birisini çıkarırdı.


