Şöyle bir etrafıma baktığımda düşünüyorum da ne kadar çok seviyoruz biriktirmeyi!..

Biriktirmek derken paradan bahsetmiyorum. Zira birikemeyen, biriktirilemeyen tek şey para bugünlerde!..

Evlerin içinde ıvır zıvırlardan bahsediyorum, gerekli gereksiz eşyalardan ‘ya lazım olursa’ diye tuttuklarımızdan, atmadıklarımızdan bahsediyorum!..

‘Onun hatırası var, bu çok değerli, bunun yeri ayrı, şu lazım olur belki’ diye diye bir de bakıyoruz evlere sığamaz olmuşuz!..

Balkonlara taşılmış, balkonlar kapatılıp depo olarak kullanılmaya başlanmış. Atsan atılmaz, satsan satılmaz ile doldurmuşuz hayatımızı!..

Aslında ‘neden böyleyiz?’ Cevabı çok da zor değil…

Bizler ‘yokluk’ görmüş bir nesillerin torunlarıyız, onların ‘yokluk’ hikayelerini dinleyerek yetiştik. Kim bilir belki de onların bu tedirginlikleri bize de geçti. Belki de o yüzden atamıyoruz kolayca ‘sakın atma’ düşüncesi yerleşmiş bir kere beynimize!..

‘İleri de belki lazım olur!..’

Bizim neslimiz; yama yapılan çoraplar, kıyafetler, giysiler gördü. Gömlek yakaları eskiyince atılmaz, ters yüz edilirdi. Rahmetli anneannem tam bir sene önce doksan beş yaşında vefat edene kadar, çamaşırlarını, kıyafetlerini, çoraplarını oturur yama yapar, dikerdi. Yenileri olmadığından değil, öyle görmüş, öyle bilmiş, öyle alışmış!..

Bizler, ocaklardan biri yanıyorsa diğerini yakmak için yeni bir kibrit çöpünü değil de daha önce kullanılmış çöplerden birini kullanırdık. Kibrit çöpü bile idareli kullanılırdı evimizde. Geceleri televizyonun ışığı yeterdi bize, misafir gelmediği sürece…

Okul kitapları dönemden döneme elden ele gezerdi. Üst sınıftakiler işi bitince kitaplarını bir alt sınıftakilere verirdi. Hiç kimsede bu durumdan gocunmaz, asla sorun etmezdi. Ayakkabılar, kıyafetler asla üstümüze göre alınmaz, biraz büyük alınır ki birkaç sene daha giyebilelim, diye…

Çocukluk günlerimizde o kadar insan iki üç göz odalara sığabilmiş ve üstüne yıllarımızı geçirmişken, şimdi kocaman evlere sığamaz olduk. Çünkü ev içinde yaşayanların sayısı azaldıkça, evlerimize doldurduğumuz eşyaların sayısı arttı. Aslında ihtiyaçtan değil, doymak bilmezlikten geldik bu duruma!..

Önümüze sürülen sistemin aciz köleleri olduk. Eşyalarımızın hizmetkarı olduk. Elbette ki bu bizim tercihimiz hem atamıyoruz hem de almaya devam ediyoruz. Ama öte yandan son olarak vurgulamak istediğim asıl önemli konu şu olacak; Gereksiz açık bırakılan her lambada, iki satır karalanıp sonra fırlatılıp atılan her kağıtta, boş yere akıtılan her damla suda, kısacası sorumsuzca tüketilen her şeyde, aslında kendi tükenişimizi görmeliyiz. Bu savurganlıkların maddi bedelini ödüyor olmak hiç kimseyi bu tükenişin sorumluluğundan asla soyutlamaz!..