Bu sütunlarda daha önce de bir iki kere Cumhuriyet Halk Partisi Kayseri eski milletvekili, emekli müftülerden Gani Aşık’ın ülkemizin sosyal yaşamına dair tespit, öneri ve eleştirilerini içeren yazılarından kısa alıntılar yaparak paylaşımlardan bulunmuştum. O’nun yazılarından esinlendiğim ve alıntıladığım bir başka yazısının kısa bölümlerini ve benim onun dile getirdiği görüşleriyle bire bir örtüşen düşüncelerimi bugün sizlere aktarmak istiyorum;

Mekke baş imamı Şeyh Abdurrahman es Sudeys, 4 Ağustos’ta, tüm İslam coğrafyasında yankılar uyandıran bir hutbe okudu. Genel havası ve ana teması ile hutbe çağın koşullarının dikkate alınmasının kaçınılmazlığı anlamındaydı. Oldukça uzun hutbeyi özetlemeye yerimiz elvermiyor ama çok çarpıcı bir örnek sunmak isteriz: Selefi ekolü olarak, Hanefi mezhebindeki rey ve kıyas kurumunu onaylıyor ve hayatı kolaylaştırmak olarak niteliyordu. Örneğin; Bir fakihin kendi düşüncesi ve benzer hükümlere kıyas yöntemi ile meselelere çözüm getirmesi gibi…

Suudi Arabistan’da bile kadınlara yaşamı kolaylaştırma açılımları planlanırken bizim iktidar ve onların bileşenleri, türbana güvence bahanesiyle anayasal düzene bir altın vuruşa hazırlanıyor, mecellenin de temeli olan “Zamanın değişmesiyle hükümler de değişir” prensibini, Türkiye’nin Atatürk Cumhuriyeti ile birlikte ilerlediği medeniyet yolunu kapatma kararında ve devlete de egemen duruma gelmiş durumdaki tarikatlar, bilinen vakıf cemaat ve dernekler “Din elden gidiyor, din hükümleri ebediyen değişmez” çığlıkları ile adeta ve hatta aleni biçimde toplumu tahrik ediyorlar, aydınları sindirmeye çalışıyorlar. Zaten bu yöntem siyasi İslamcı iktidarın devlet politikası haline gelmiştir. Ama gerçek, gerçekten öyle midir?..

Aslında İslam’ın değiştirilemez hükümleri inanç ve ibadetlerdir. Kamu düzenine zarar vermemek koşulu ile erken dönem Cumhuriyet hükümetlerinden itibaren tüm iktidarlar başta İslam, insanlar neye inanıyorsa onu yaşamalarını kolaylaştırmışlardır. Dünya medeniyet ailesinden kopmamak, kültürde, bilimde, fende, ticaret ve sanayide, kısaca devlet mekanizmasının düzenli işleyişinde bilimi yol gösterici olarak benimsemişlerdir. İslam dünyasında suyu çekilen ama Türkiye’de bilhassa son 70 yılda palazlanan ‘İhvancı’ diyebileceğimiz siyasal İslamcı hareketin hedefi başka ve sloganı gayet çarpıcıdır: “Cumhuriyet, Türkiye’de İslam’ı camiye hapsetti!.”

100 yıllı aşkın yoğun bir çabanın bir çabanın sonucu olarak şimdi İslam camiden çıktı, devleti yönetiyor ve halimiz de apaçık ortadadır. Çünkü her dini grubun, tümü de Kuran prensiplerine aykırı kendine göre bir İslam anlayışı var, bunun sonucu toplum iç kargaşalarla parçalanmanın eşiğine kadar gelmiştir...

Laikliğin olmadığı ya da uygulanmadığı bir ülkenin geleceği karanlıktır. Çünkü laiklik, anayasamıza Cumhuriyet kurucularının bir fantezisi olarak değil, çağların imbiğinden süzülüp gelen insanlığın son buluşu olarak girmiştir. Bir din hükmü olan ve adına ‘müellefei kulup’ denilen zekâttan Musevilere de pay verilmesi uygulamasını Halife Ömer, “Artık onların İslam’a katılmasına ihtiyacımız kalmadı!” gerekçesi ile uygulamadan kaldırmıştır. Yine Halife Hazreti Ömer, kıtlıkta hırsızlık yapanları ellerinin kesilmesini yasakladı. Sevad’ta askerin toprak ganimeti almasını menetti. Halife Ali, ise Hazreti Peygamber ve onun ardından üç halife döneminde bayram namazlarının şehir merkezinden uzak Musalla’da kılınması uygulamasına, hasta ve yaşlıların şehir merkezindeki camilerde kılabileceği kolaylığını getirmiştir.

Bir televizyon kanalında tesadüfen izledim. Birleşmiş Milletler’de görevli Uzakdoğulu bir yetkili, geçenlerde “Dünya ısınmıyor, kavruluyor” dedi. Türkiye’nin neredeyse tümü ama özellikle kimi bölgeleri 50 dereceye yaklaşan sıcaklıktan adeta nefessiz kaldı, kalıyor. Dünyanın ısınması devam edecek ve gelecek oruç aylarında, ülkemiz yanıp tutuşacak. Diyanet’in asıl görevi halkı birbirine düşürmek değil de İslam hükümleri ve uygulamaları konusunda aydınlatmak ise aşırı sıcakların hüküm süreceği ve tarlada, inşaatta, kömür ve maden ocaklarında oruç aylarında çalışacak Müslümanların, akşamdan “Yarın oruç tutmayacağım” deme hakkına sahip olduğunu, tutamadığı orucunu uygun günlerde, zaten tartışmalı olan ‘kefaretsiz’ tutabileceğini halka söylemesi ve İslam’ın sevgi ve merhametinden haberdar etmesi gerekmektedir…