TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN TEMELİ LAİKLİKTİR!

Cumhuriyet, bilinen, klasik deyimiyle hükümet veya devlet başkanının halk tarafından, belirli bir süre için, belirli yetkilerle seçildiği yönetim biçimidir. Ulusun, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli bir süre için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı bir idari yapı sistemidir. Dolayısıyla bu sistem gücünü halktan alır. Cumhuriyet’in öncelikli olarak temeli özgürlük ve eşitlik gibi iki ana kavrama dayanır. Bundan başka yasama, yürütme ve yargı organları gibi temel kurumları içinde barındırır. Bütün bu organların birbirinden ayrılığı yani kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır. O nedenle ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi cumhuriyet rejimlerinde esastır.  Yani hiçbir güç, ne parlamentoya yasa çıkarma konusunda emir verebilir, ne de peşinen insanları suçlu addedebilir. Dolayısıyla ‘Cumhuriyet rejimi’ bireylerin toplumsallaşmasında kurumları öne çıkarır. Kurumsallığı rejimin teminatı olarak görür. Devleti tek başına yönetmeye kalkan bir kişi ya da sınıfa karşı devleti ve halkı koruyanın bu kökleşmiş kurumlar olduğunu belirtir ve belirler. Demokrasi ise; devletin karşısında bireyin haklarını, azınlık haklarını, ibadet özgürlüğünü savunan bir yapıya dönüşmüştür. Yani bir bakıma ‘Cumhuriyet’ ve ‘Demokrasi’ birbirini besleyen resimlerdir, denilebilir. Aslına bakarsanız her cumhuriyet demokrasi değildir. Her monarşi de diktatörlük değildir. Örneğin, İngiltere bir monarşidir ama ülkede demokrasi vardır. İran Halk Cumhuriyeti ise bir İslam Teokrasisidir. Orada kesinlikle ‘Demokrasi’ yoktur. ‘Cumhuriyet’ her vatandaşın söz söyleyebilme yetkisinin olması demektir. Bunu sağlamanın, garantiye almanın en önemli aracı parlamentodur. Parlamento demek, ülke içinde alınan kararların bir kişinin kararları olmasını engellemek demektir. Mustafa Kemal Atatürk, kurduğu Cumhuriyet ile din-tarım toplumu yerine, çağdaş, ulusal, endüstriyel bir toplum yaratılmasını sağlamıştır. Cumhuriyet kazanımları olan fırsat eşitliği ve sosyal adalet, özellikle sağlık, eğitim ve konut edinme hamleleri ile sağlanmıştır. Ama bunların arasında en önemli cumhuriyet kazanımı laikliktir, diyebiliriz. Cezayirli Profesör Abdi’ye göre, LAİKLİK; “bireyin egemenliğinin, yani kendini yönetebileceğinin farkına varmasıdır.”  Cezayirli Profesör Abdi’ye göre; ‘Laik birey özgürlüğünün farkındadır. Kul, mürit ya da tebaa değildir, yurttaştır. Hurafeler gibi, gerçekle bağdaşmayan söylemler değil, gerçeğin bilgisi insanı özgürleştirir.’ Laiklik Avrupa’da Rönesans ve özellikle Reform sonrası gelişmiştir. Otuz Yıl Savaşları sonrası gidilen Vestfalya Barışı ile din değil, devletlerin çıkarlarının söz konusu olduğu anlaşılmıştır. Böylece devlet yönetimi dinin baskısından kurtulmuştur.

Laiklikte kamu, “Din devlet işine karışmasını” istemez. Yani örneğin Diyanet İşleri Başkanı devletin işleyişi konusunda peşin sıra fetvalar vermesini istemez. Diğer benzer bir deyim olan sekülerliğin egemen olduğu yönetim biçimlerinde ise bireyler, “Dinin hayatlarına karışmasını” istemezler. Son yıllarda Türkiye’de devletin bilfiil içinden denilebilecek şekilde laiklik ilkesi çiğnenirken, sosyal yaşamda da birey, hayatın akışında normalmiş gibi sunulan ritüelleri sorgusuz sualsiz uygulamaya zorlanmaktadır. Bireyleri en zayıf anda olduğu cenazeler ve en telaşlı olduğu evlilik öncesi dönem ya da dini günler bu işler için uygun zamandır, kabul edilmektedir. En kırmızı ve en büyük Türk bayrağını asarak, törenlere coşkulu şekilde katılarak, medyada keskin mesajlar atarak cumhuriyet değerlerine sahip çıktığına inananlar veya öyle olduğunu sananlar, bir cumhuriyet ilkesi olan laiklik konusunda da acaba ne kadar duyarlıdırlar? Dini nedenlerle halkın yaşamını düzenlemeye kalkmanın, cumhuriyet değerlerinden sapma olduğu asla unutulmamalıdır. Hele milliyetçi seküler yani milliyetçi-laik kesimin görece varlıklı, bir anlamda modern, söylemlerinde cumhuriyet değerlerine bağlılığını asla tartıştırmayan kesimi daha özenli olmalı ve davranmalıdır kanaatindeyim. Sizce de yoksa yine mi yanlış düşünüyorum, ne dersiniz?..