Özellikle Avrupa’da ve genel olarak batı dünyasında çok iyi bilinen ama ülkemizde çoğu zaman görmezlikten gelinen, umursanmayan, hatta dikkate değer bulunmayan bir konuyu anımsatarak bugünkü yazıma başlamak istiyorum. Başlıkta da ifade ettiğim gibi; “TÜRKÇEMİZİN DEĞERİNİ BİLMELİYİZ!..”

   ‘Ortaçağ karanlığından’ kurtulup yeniden doğuşun yani ‘Rönesans’ aydınlığına geçişin yaşandığı Avrupa’da Yunanca ve Latince egemenliğinden ulusların din, eğitim ve iletişiminde kendi dillerini kullanmalarıyla başlanmıştır.

Ünlü düşünür Konfüçyüs de bir ülke zor durumda olduğunda ilk ele alınacak konunun dil olduğunu hep defasında belirtmiştir. Ülkemizde de bu türden aydınlanma, Atatürk’ün uzak görüşlülüğüyle ‘ABECE’ yani ‘ALFABE’ değişimi Kasım 1928’de ve nihayetinde 1932 yılında da Türk Dil Kurumu’nun kurulmasıyla başlayabilmiştir. Türk dilinin ulusumuz ve ulusumuzu oluşturan bireyler için önemini çok iyi bilen Atatürk ve Kurtuluş Savaşı’nı birlikte verdikleri yol ve silah arkadaşları 1928’de gerçekleştirilen Harf Devrimi’nin ardından ‘Türkçenin özgürlüğü için’ Atatürk ile birlikte büyük bir mücadele vermişlerdir.

Atatürk’ün ortaokullar için yazdığı ‘Medeni Bilgiler’ adını taşıyan kitabında Türk ulusunu, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir’ diye tanımlamış ve bu sözü şu sözlerle açıklamıştır: “Türk ulusunun dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay öğrenilebilecek bir dildir. Onun için her Türk dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Çünkü Türk ulusunun geçirdiği bunca tehlikeli durumlarda ahlakının, geleneklerinin, anılarının, çıkarlarının; özetle bugün kendi ulusallığını yapan her şeyin dili aracılığıyla korunduğunu görüyor. Türk dili Türk ulusunun kalbidir, belleğidir.”

Türkçenin gücü yabancı dilbilimcilerin de hayranlığını kazanmıştır. Örneğin devrinin ünlü Alman dil bilimcisi Max Müller’in şu sözlerini hemen anımsamak gerekir: “Türkçenin bir gramerini okumak, bu dili öğrenmek niyetinde olmayanlar için bile bir zevktir. Türlü grammatikal şekillerin belirtilmesindeki ustalık, isim ve fiil çekimi sistemindeki üstün gücünü kavrayabilenlerde hayranlık uyandırır. Dilin iç ve dış yapısı, billur bir arı kovanı yapısını seyredermişiz gibi açıkça ortadadır. Türk dili seçkin bir bilginler kurulunun uzun bir çalışmasıyla yapılmış sayılacak düzenliktedir!”

Yabancı dilbilimcilerin bu  ve buna benzer Türk diline yeni Türk alfabesine ilişkin aydınlık sözlerinin ardından Atatürk’ün bu konuda bizlere yani Türk ulusunu oluşturan bireylere verdiği üstün ve nitelikli sorumlulukları da burada anımsamak ve anımsatmak gerekir kanısındayım; “Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ çok güçlüdür. Dilin ulusal ve zengin olması ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Türk dilinin kendi benliğine aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet kuruluşlarımızın özenli, ilgili olmasını isteriz. Kesin olarak bilinmelidir ki; Türk ulusunun ulusal dili ve ulusal benliği bütün hayatında egemen ve temel olarak kalacaktır.”

Atatürk’ün bu sözlerinden çıkarımımız bence şöyle olmalıdır; Dil çalışmalarında dil planlaması olarak adlandırılan ‘Türk Dil Devrimi’ bir çağdaşlaşma atılımıdır. Aydınlık bir dünya görüşüne geçişin simgesidir. Dil devrimini abece değişimi, öğretim birliği, hukuk devrimi gibi atılımların bütünlüğü içinde düşünmek gerekir. Ülkemizin aydınlanmasının temel direği olan Türkçenin değerini Cumhuriyetimizin yüzüncü yılına eriştiğimiz bugünlerde de çok daha iyi bilmeli ve Türkçemiz konusundaki duyarlığımızı daima sürdürmeli ve daha da artırmalıyız…