Bugünkü yazıma halk arasında sıkça kullanılan bilindik bir özdeyişle başlamak en doğrusu olacaktır; “Cahile laf anlatmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur!..”
‘Cahil sendromu’ ya da bir başka deyişle akademik veya entelektüel bir ifadeyle ‘Dunning-Kruger etkisi’ denilen kavram ile tanımlanan şekliyle yani her şeyi bildiğini zanneden ve bunu her ortamda dile getiren yetersiz bilgiye sahip kişiler için kullanılır. Kişilikleri bu yönde gelişmiş olanlar sürekli olarak: “Senin için en iyisini ben bilirim!” Tavrı ve havasındadır. Aslına bakarsanız; ‘her şeyin en iyisini, en doğrusunu bildiğini sananlara asıl gerçeği anlatmak çok ama çok zordur. O nedenle halk arasında günlük yaşamımızda bu durumu çok güzel tanımlamışız aslında; ‘cahil cesareti!’
Tam yirmi gün sonra sandık başına gideceğiz. 31 Mart’ta Büyükşehir belediye başkanı, ilçe belediye başkanı, belediye meclis üyelerini ve mahalle muhtarlarını seçmek amacıyla oyumuzu kullanacağız. O nedenle bu önemli seçimin arifesinde tarihsel gerçekleri saptırarak, göz ardı ederek, yalan, yanlış bilgilerden derlenmiş ‘safsata dolu ezberler’ ile toplumun kafasını iyice karıştıranlara inat, ben de geçenlerde üstat Soner Yalçın’ın da anlattığı gibi yalın ve katıksız gerçeklerle elbette kendime göre bir şeyler anlatmayı görev saymaktayım. Örneğin; şu ‘Atatürk konusuna’ bir kez daha girmek gerekirse!..
Atatürk’ün 1923’de Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki süreçte gerçekleştirdiği devrimlerini çağdaşlık dışına çıkarıp, salt ‘batıcılık’ olarak tanımlayıp gösterilmesinin asıl nedeni bence ‘ters algı yaratmaya yönelik kara propaganda yapmaktır’ ne yazıktır ki!..
Bu noktada sanırım sizlere şöyle bir soru sormak en doğrusu olacaktır; Tarihte Türkler ile ilgili gerçeklerden oluşan hangi önemli bilgiler hangi lider veya hükümdar döneminde okullarda okutulan ders müfredatlarına sokulmuştur:
Sultan İkinci Abdülhamit döneminde “Osmanlı Kayı boyunun kökeni Moğol baskısı nedeniyle Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş Türklere dayanır. Osmanlı çöküş süreci; 1683 Viyana Savaşı, Kutsal Lig karşısında alınan yenilgiler ve ilk büyük toprak kayıplarının yaşandığı 1699 Karlofça Antlaşması diziniyle başlar.
Osmanlı-Rus savaşları ve Avrupa devletleri karşısında alınan tüm yenilgiye sebep iç sorunların temel nedeni vardır. BU sebepler Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut'un dönemlerine göre çok modern yaklaşımlarla ıslahat girişimlerine rağmen, yeniçerilerin otorite tanımaz, disiplinsiz serkeşlikleri, o dönemin bürokrat ve aydınlarının devlete karşı bağlılık ve sadakat duygularının zayıflığıdır.” Gibi gerçeğe dayalı bilgiler ders müfredatına sokulmuş ve okutulmuştur. Bu ders müfredat kitaplarının diğer ortak vurgusu da 1839 Tanzimat Fermanı’nın ilanı ve onun getirdiği sonuçlarıydı. Osmanlı’nın ekonomik ve kültürel anlamda yenileşme ihtiyaçlarının yapılandırılmasında, Tanzimat döneminde gerçekleştirilen reformların ana unsur oluşturduğu konusunda tam bir uzlaşma mevcuttu. Tüm bunlar 1876-1909 yılları arasındaki Osmanlı tarihi yazımının ders müfredatında vardı. Evet, İkinci Abdülhamit döneminde tüm bunlar vardı. Ki o zamanın ders müfredatında mevcut olanlar sadece bunlar değildi. Örneğin; Geleneksel okuma, yazma yöntemini değiştirip, Arapça öğretiminin yanı sıra Osmanlı Türkçesi olarak bilinen (nesih, talik, divani ve rika) dan oluşan okuma/yazma kurallarını ders müfredatına koyanda İkinci Abdülhamit idi. ‘TÜRK’ adının ‘muhteşem bir ırka’ mensup olduğunu yazan ders kitaplarına hiç itiraz etmeyen de 2. Abdülhamit idi. Tarihte kimi uygulamalarıyla ‘katı sansürcü’ kimliğiyle bilinmesine rağmen coğrafya derslerinde, ‘hükumet-i mutlaka, hükûmet-i meşruta ve hükûmet-i cumhuriyye’ kavramlarının öğretilmesine de kesinlikle karşı çıkmayan yine sultan ikinci Abdülhamit idi.
Ta o yıllarda ilköğretimi zorunlu yapan da okullaşma rekoru kıran da oydu. Örneğin, 1877′de İstanbul'da sadece 200 modern ilkokul varken, 1905 yılında 9 bine çıkaran, 33 yıllık saltanatı boyunca her yıl ortalama 400 ilkokul açan da yine İkinci Abdülhamit idi. Yani İkinci Abdülhamit dönemi eğitim anlayışına genel olarak bakıldığında ‘reformcu/ modernist’ yönün ağır bastığı açıkça görülür. ‘Batılılaşma’ denildiğinde, ‘Batılı öğretim müfredatı’ denildiğinde, ‘modernleşme’ denildiğinde ‘Türk’ denildiğinde, ‘Türkçe’ denildiğinde İkinci Abdülhamit’in yaptıklarını bizim o ‘cahil sendromu iliklerine kadar işlemiş sözde muhafazakâr akademi mezunu güruh’ her nedense bir türlü görememektedir. Bir örnek daha vereyim. Dönemin Maarif Nazırı yani Eğitim Bakanı Saffet Paşa, 1879 yılında kaleme aldığı bir yazısında; ‘Reform yoluna ciddi ve samimi olarak girmedikçe, Avrupa medeniyetini bütün ile almadıkça, devleti medeni bir Avrupa devleti haline getirmedikçe Türkiye’nin Avrupa’nın müdahalelerinden ve efendiliğinden asla kurtulamayacağı’ görüşündeydi. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi diğer Osmanlı paşaları da bu müfredatla yetişmişlerdir. Hiç Kuşkusuz ki birkaç tane kız mektepleri açmasına rağmen, kadına bakışı Atatürk’ten çok farklı olmakla beraber Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet, inanın bu anlatageldiğim Osmanlı müfredatının takibini yapmış, bir anlamda izini sürmüştür. Ama bizim ‘kimi süzme aptal, cahil cühela takımından hallice çakma ve sözde aydınlarımız(!) yıllar yılı İkinci Abdülhamit ile Atatürk karşılaştırmasını her durumda gerekli/gereksiz yapmaktan’ bir türlü bu tarihsel gerçekler ışığında sağlıklı tartışma ve değerlendirmeleri nitelikli biçimde yapamamaktadır. Oysa tıpkı üstat Soner Yalçın’ın geçenlerde benzer bir yazısında dile getirip vurguladığı gibi ‘İkinci Abdülhamit de bizimdir, Atatürk de bizimdir!..’ Kim ne derse desin ne söylerse söylesin!..
Yorum yapın