Beni bilenler bilir, ‘zaruret hasıl olduğunda’ aslında pek sevmesem de bu tür tekrarlara yer veriyorum. Bugünkü yazımın başlığı aslında birazdan sizlere anlatacağım Bektaşi fıkrasına uygun olması nedeniyle “Öteki taraftan bu tarafa!” Şeklinde de olabilirdi…

Ancak yazımın içeriği ‘tahammülsüzlük’ ve ‘hoşgörü’ üzerine kurulu olduğundan “tahammülsüzlük değil birazcık hoşgörü” başlığını daha uygun buldum…

Şimdi epeyce ibretlik mesajlar içeren ve dolayısıyla kıssadan hisse kapılacak Bektaşi fıkrasını sizlere anlatmaya başlıyorum; Baba erenler bir Ramazan günü evde arkadaşıyla içki içerken basılmış, zaptiyeler bunları kaptıkları gibi çıkarmışlar Kadı’nın huzuruna, yani bugünkü yargıcın karşısına. Kadı, “Bre zındık” demiş, “sen nasıl olur ki, herkesin oruçlu olduğu bir zamanda sakalından bile utanmadan böyle içki içmeye cüret edersin?” Bektaşi yutkunmuş; “Aman Kadı Efendi demiş ben gayrı Müslim bir adamım, bizde böyle bir yasak da yoktur, orucun farzı da. O zaman neden oruç tutayım, neden utanayım!” Kadı şaşırmış, diyecek bir şey bulamamış, “peki salın bu adamı” demiş, ister istemez. Sonra dönmüş korkmuş durumdaki ‘süt dökmüş kedi gibi’ duran öteki kişiye basmış cezayı. Adeta hırsını ondan çıkarmış. Adamcağız olanlardan şaşkın, başına gelenlerden perişan bakınırken Bektaşi bu sefer dönmüş Kadıya; “Ey muhterem Kadı Efendi!” demiş ve şöyle devam etmiş; “Peki şimdi ben bu mübarek Ramazan gününün hatırına hidayete erip Müslüman olsam, şu arkadaşımın cezasını affeder misin?” Kadı efendi iyice şaşırmış, afallamış. Reddetse günaha gireceğinden endişeli, kabul ederse göz göre göre içkici adamı salacak, ama “bir adamı dine kazandırmanın sevabı her halde daha büyük olmalı” diye düşünmüş ve cezasını affedip onu da salmış. Mahkemeden çıkınca, kapı önünde adam hiddetle sormuş Bektaşi’ye; “Yahu baba erenler pes vallahi, sende hakikaten iman falan yok, bir öyle bir böyle söylüyorsun maşallah. Şaştım kaldım bu işe!” demiş. Bektaşi, “sus artık!” demiş ve eklemiş, “Bak, bugün önce gayrı Müslim oldum, kendimi kurtardım, sonra Müslüman oldum, seni kurtardım daha ne istiyorsun?”

Acaba siz ne dersiniz, siz olsanız bu Bektaşi fıkrasından nasıl bir ‘kıssadan hisse’ çıkarırdınız?..

 Doğruları söylemek için ‘bir ara’ veya ‘bazen’ öteki tarafa geçip oradan mı yapmalıyız, eleştirilerimizi diye hiç düşündünüz mü? Elbette bu Bektaşi fıkrasını durduk yere anlatmadım. Baştan dedim ya kıssadan hisselik bir mesaj çıkartmak gerekiyor, o Bektaşi fıkrasından. Nasıl bir mesaj çıkaracağınız tamamen size kalmış, elbette. Ben işin orasına karışmam. Ama ben konuyu şuraya şöyle bağlamak istiyorum. Bir süreden beri ülkenin ‘siyaset gündemi’ eleştirilere tahammülsüzlük üzerine adeta kilitlenmiş durumda. Elbette bu durum daha önce defalarca yazılarımda ifade ettiğim gibi, yaşadığımız toplumdaki kutuplaşmanın eseridir. Eğer; ‘eleştiriye tahammülsüzlük yerine birazcık hoşgörü olsa’ yapılan eleştirileri muhatapları içine sindirip uyarıları kabul edip dikkate alsalar, hatta ders çıkarsalar, inanın başta siyaset kurumu olmak üzere toplum olarak hepiniz çok farklı bir noktada oluruz, en azından ‘kitlesel boyutta akıl tutulmasının aymazlık halini yaşıyor’ olmayız. Meseleyi daha iyi anlatmak amacıyla sizlere meslek yaşamımda yakın geçmişte yaşadığım bir anımı nakledeyim. 1989 yılında Doğruyol Partisi’nden Balıkesir Belediye Başkanı seçilen Sami Gökdeniz, 1994 yerel seçimlerinde de ikinci dönem için de yeniden Başkan seçilmeyi başarmıştı. Balıkesir’in iki dönem boyunca, yani 10 yıl süreyle Belediye Başkanlığı görevini yürüten Sami Gökdeniz, genç bir gazeteci olarak beni hep muhalif bellemiş, kendisinin karşısında onu sürekli eleştiren ‘öteki tarafın adamı’ olarak görmüştü. Yani Sami Bey beni 1989 ile 1999 arasındaki süreçte bir bakıma ötekileştirmişti. Oysa ona karşı özel bir muhalifliğim, yani karşıtlığım, hatta husumetim asla söz konusu olmamıştı. Ben sadece işimi yapıyor, eleştirmem gerekirse eleştiriyor, bazen de ‘biraz cimri davransam da’ övdüğüm hatta bazı icraatlarını alkışladığım dahi oluyordu. Ancak Başkan Sami Gökdeniz, on yıl boyunca beni karşı tarafta görmekten asla vazgeçmedi. Ta ki 1999’da seçimleri kaybedip, oturduğu o makam koltuğundan inmek zorunda kalınca benimle ilgili gerçeği gördü ve iş işten geçmesine rağmen on yıldır anlamadığını, anlamak istemediğini anladı, en azından ben öyle sanıyorum. 1999’da yapılan seçimi kaybetmesinin hemen ardından görevi henüz Ziya Tan’a devretmeden önceki günlerde o zaman çalıştığım gazetenin ofisine veda ziyaretine geldiğinde yaklaşık bir buçuk saat süren özel bir sohbet gerçekleştirdik ve karşılıklı helalleştik. İzleyen yıllarda ise sıkça görüşmesek de gerçek anlamda iyi birer dost olduğumuzu düşünüyorum. Senede bir veya iki kez de olsa buluşup, oturup konuşuyorduk vefata edene kadar geçen süreçte. 23 Ekim 2023’de vefat eden Sami Gökdeniz’e bu vesileyle yüce Allah’tan bir kez daha rahmet diliyorum.  

Demem o ki; Bir siyasetçi kendini ‘sırf eleştiriyor’ diye bir gazeteciyi muhalif, karşıt, hasım belliyor, onun işini yapmasını dolayısıyla ekmeğini kazanmasını bile çok görüyor, hatta engellemeye çalışıyorsa bu durum artık eleştiriye tahammülsüzlük şeklinde tanımlanacak boyutu aşmış düpedüz kindarlık duygularıyla şahsi husumet boyutuna ulaşmış, demektir. Allah esirgesin ama bir gazeteci için olduğu kadar bir siyasetçi için de asıl tehlikeli olan da budur!..

2014 yılında seçildiği Büyükşehir Belediye Başkanlığı makamında ancak üç sene boyunca oturabilen sonrada kendisini o makama oturtan kudretli irade(!) tarafından adeta alaşağı edilerek koltuğundan indirilen ve de ağlaya sızlaya makamına veda etmek zorunda bırakılan Ahmet Edip Uğur beyefendi de sizlere tüm bu anlattıklarıma ‘CUK’ oturan tipik bir örnektir. Ahmet Edip Uğur’a da bu vesileyle rahmet ve mağfiret diliyorum.

Bu yazdıklarım dolayısıyla anlattıklarım Balıkesir Büyükşehir Belediyesi’nin önceki başkanı Yücel Yılmaz ve şimdiki başkanı Ahmet Akın için umarım ‘kıssadan hisse’ çıkartılacak ‘önemli bir anekdot’ olur temennisindeyim!..