Sosyal bilimlerin yaşamın içinde bir bakış açısı olarak değerlendirildiği zaman anlam kazandığına, bilimselliğin içerik ve kapsam alanında yer aldığına inanacak kadar sosyal bilimlerden anladığımı algıladığımı düşünüyorum. Felsefe, psikoloji ve sosyoloji eğitimi almadım ama hem kişisel hem de mesleki merakım, araştırmacı, sorgulayıcı yapım gereği sosyal bilimler üzerine birazcık da olsa ahkam kesecek bir şeyler anlatabilecek kadar bilgi ve fikir sahibi olduğumu düşünürüm.

Ünlü düşünür Benjamin; “Suçlunun öldürülmesi, idam edilmesi, kanuni ve hatta ahlaki olabilir, öldürülmesinin haklı çıkarılması ise asla!” demiştir. Suçlu birinin cezalandırılması söz konusu olduğunda, o suçluyu öldürmek, yani canıyla infaz etmek, idam edilmesini sağlamak, içinde yaşadığımız toplumun kanun ve kuralları gereği ahlaki kabul edilebilir. Ancak o suçlunun öldürülmesini, haklı çıkartacak sebepler aradığımızda, doğruya, dolayısıyla haklılığa ulaşmak, asla mümkün olmaz. Düşünür Benjamin, işte bu noktaya işaret etmiş, hassasiyet içinde vurguda bulunmuştur. Düşünün bir kere; idam cezası uygulayan ülkeler ve toplumlar, günümüzde halen mevcut iken, bizim gibi bazı ülke ve toplumlarda, ‘uygar ülke ve medeni toplum’ olmak adına, idam cezasını yasaklanmıştır. İdam cezası olan ülkelerde ‘neden idam cezası var?’ diye sıkıntılar yaşanmaya devam ederken, idam cezasının olmadığı ülke ve toplumlarda ‘neden idam yok veya niye idam kaldırıldı?’ diye tartışmalar ve sıkıntılar yaşanmaktadır. Anımsarsanız, bu süreçten biz de nasibimizi aldık. 15 Temmuz 2016’da yaşanan kanlı darbe girişimi sonrasında ülke toplumunun önemli bir kesimi kaldırılan idam cezasının geri getirilmesini isterken, ülkeyi yönetenlerinde bu isteğe olumlu yaklaştıklarını ve desteklediklerini hepiniz biliyorsunuz. Yazımın başında da belirttiğim gibi ‘yaşamın içinden bakıldığında, sosyal bilimler sadece bir bakış açısıdır, kuramsallığı dayanan yorum farklılığıdır, yani göreceli olarak değişebilen bir anlayış biçimidir, başka bir şey değildir!..’

Bir başka anlatımla sosyal bilimler, ‘yaşam’ denilen süreci, enine boyuna inceleyen, araştıran ‘akademik bir eylemdir.’ Asla statik değildir, yaşamı, akıp giden bir süreç olarak kabul ettiği için, dinamik ve değişken olgulara dayanmaktadır. O yüzden, dönemsel farklılıklar ve değişkenlikler göstermektedir. Geçen yüzyılın ortalarında, Amerika’da bir adam, bir antikacı dükkanında gezinirken, oldukça eski görünen bir baltaya rastlar. “Orada duran herhalde çok eski bir balta.” der, dükkan sahibine. “Evet” yanıtını verir. Dükkan sahibi antikacıda buna karşılık, “bir zamanlar bu ülkenin kurucusu George Washington’a aittir.” şeklinde açıklamada bulunur. “Gerçekten mi?” diye merakla soran müşteri, “kesinlikle çok iyi dayanmış, hala çok sağlam ve gösterişli duruyor.” yorumunda bulunur. Bunun üzerine, “elbette” der antikacı ve duruma şöyle açıklık getirir; “Çünkü üç kez sapı, iki kez de başı değiştirilmiştir, yani tüm aksamları yenilenmiştir!..”

Dünyanın öteki yanını mı, merak ediyorsunuz? O zaman, tıpkı size aktaracağım kısa öyküde anlatıldığı gibi, dünyanın öteki yanına bakın lütfen; “Bu balta çok eski ama üç kez sapı, iki kez de başı değiştirilmiş. Hiç kullanılmamış, hiç yıpranmamış, hiç bozulmamış, görünümü yepyeni!” Durum böyle ise; “Başka, sorun yok, varsa da artık kalmadı!..” diye çıkıp herkese haykırın!..

Yaşamı, salt ‘bir şey’ olarak varsayan, öngören ’sosyal bilim’ anlayışı, kimilerine göre, asla somut olmayan ve somutlaşamayacak bir anlayıştır ve ölü doğmuştur. İngilizlerden Amerikalılara, Çinlilerden Hintlilere kadar, her ulustan, sosyologların, ’sosyal bilim’ adına yaptıkları araştırmalarını, incelemelerini, yıllar süren akademik çalışmalarını biliyorum. Sakin biçimde sessizlik içinde çok fazla iddialı olmayan, ‘her şey olabilir’ varsayımı ile dışa bakan, iddiasız ve yaşamın içinde insanların, ‘sosyal bilim’ ile ilgilenmeleri, meşgul olmaları mümkündür, zaten ifade ettiğim kriter yani ölçütlerde, ‘sosyal bilim’ yapılmaktadır. Ancak, ‘yaşamın içinde akıp giden süreçte, aktif olmayan, etken değil, edilgen olan, yani yaşamayanların, yaşamasını bilmeyenlerin, sosyal bilim yapmaları olanaksızdır!’

Kimilerine göre ve elbette bana göre de; ‘Yaşam hayatın içindedir. Yaşam ve Hayat, Türkçemizde aynı anlam taşıyan sözcükler olarak bilinir ve kullanılır, ama ayrı iki olgudur. Hayat, kozmos. Yaşam ise, canlıların hareketliliğidir. Yaşam bir şey değildir, yaşanan bir süreçtir, aktiftir. Yaşamı elde etmenin, yaşamı yaşamak, yaşam ile birlikte doğal akışı içinde, alabildiğince yol almak, dışında bir seçeneği yoktur. Kısacası, şöyle düşünmek gerekiyor; Yaşam seni bir yerde beklemiyor, senin içinde oluşuyor ve hayat buluyor.’ şeklinde tarif edilmelidir. Yaşamın içinde, çeşitli dönem ve evrelerde, kavramlar, açıklamalar çok önemli sayıldı, kuram kabul edildi ve gerçekler tamamen unutuldu. Bence, olana bakmalı, olanla yetinmeli, bir aşamadan sonra, yaşananlara, bir şekilde gerekçe bulmaya çalışmak, boşunadır, yani ‘nafiledir’ diye düşünüyorum. Yaşamın anlamını insana hiçbir kimse vermez. O insan ’yaşamın ve o yaşamın anlamını da’ kendisine ait olduğunu sağlamak zorundadır…