Dünyadaki tüm ülkeler, bütün toplumlar, tarihsel kimliklerine sahip çıkar, çıkmalıdır da. Bütün ülkelerde, bütün toplumlarda, din, mezhep, ırk ve milliyet kimlikleri, siyasette her zaman varlıklarını sürdürmektedir. Bütün ülkelerde, bütün toplumlarda, sınıfsal çatışmalar, gelir dağılımı kavgası, çeşitli maskeler kullanarak siyasetteki belirleyiciliğini sürdüre gelir. Elbette, insanlık, bütün bu gerçeklere rağmen, hatta bütün bu gerçeklerden dolayı, yine sonsuza kadar, özgürlük, eşitlik ve adalet arayışına devam edecektir!..

Mutlaka bilinmeli ve asla unutulmamalıdır ki, insanlık; ‘bütün kimlikleri eşit gören bir toplum ve devlet anlayışına ve bu anlayışa dayalı olması gereken, Demokratik Rejim ilkelerine, yani üretimi ve geliri, sömürüyü derinleştirerek ve yaygınlaştırarak artırmak ve üretilen gelire kendisi için el koymak isteyenler ile üretimi ve geliri, özgürlük, eşitlik ve adalet anlayışı içinde artırmak ve üretilen geliri üretime katılan herkesle adilce paylaşmak isteyenler arasındaki kavga sonunda ulaşabilmiştir. Bu anlamda ve bağlamda bakıldığında; üretimi, sömürüyü artırarak ve gelir paylaşımını, hala Ortaçağ’ın, Yeniçağ’ın ve hatta Yakınçağ’ın eski kimlik anlayışlarına göre yapmak isteyenler, insanlığın günümüzde ulaştığı özgürlükçü, eşitlikçi ve adaletçi aşama bakımından siyasal literatürde ‘GERİCİ’ üretimi ve geliri, özgürlük, eşitlik ve adalet anlayışı içinde artırmak ve üretilen geliri, üretime katılan herkesle adilce paylaşmak isteyenler, tarihsel zaman akışı açısından, yine siyasal literatürde, ‘İLERİCİ’ diye nitelenirler.

Yine siyasal bilimler literatürü açısından bakıldığında; Örneğin Fransız Devrimi sırasındaki parlamentoda âdet olan oturma biçimine göre söylüyorum: Toplumsal değişme ve gelişmeyi reddeden, kralcı, dinci, mezhepçi, toprak ağaları yani asiller ile ruhban sınıfı SAĞCI’ Toplumsal değişme ve gelişmeyi kabul eden ve onu destekleyen Cumhuriyetçiler, yeni filizlenen sermayedarların bir bölümü ve emekçiler ’SOLCU’ olarak kabul edilirler.  Gelişmiş endüstri ülkelerinde, kapitalist rejim yerleştikten sonra, sermaye sınıfı da değişmeye karşı olarak sağa geçmiş ve hatta onun liderliğine soyunmuştur. Türkiye gibi yeterince gelişememiş ülkelerde ise, sermaye sınıfı da değişme ve gelişmenin başında, Fransız Devrimi’nin ilk döneminde olduğu gibi, toprak ağalarına ve dincilere karşı Cumhuriyetçi olarak solda yer alabilmiştir.

Özetle belirtmek gerekir ise; Voltaire’i, Rousseau’yu, Montesquieu’yu, Tocqueville’i, Ricardo’yu, Simon’u, Engels’i Marx’ı, Lenin’i, Troçki’yi, Mao’yu okumuş, Amerikan, Fransız, Rus, Çin, Türk ve Küba devrimlerini ve kanlı iki dünya savaşını yaşamış, Hitler ve Mussolini’yi gözlemlemiş, Sovyetler’in çöküşünü, Neo Emperyalizmin Ortadoğu’yu nasıl kana buladığını izlemiş olan insanlık: Özgürlük, eşitlik ve adalet arayışında şimdilik ulaşabildiği, özürlü de olsa, ağır aksak işletmeye çalıştığı Demokratik Rejim bağlamında, bu arayışını halen sürdürmektedir. Bu niteliğiyle, Demokrasi mutlaka değişmeye ve gelişmeye açık olmak, sol siyasal partileri de zorunlu olarak içermek zorundadır. Bu nedenle sağ siyasetin farklı biçimlerde de olsa hem iktidara hem de ana muhalefete egemen olduğu bir rejim Demokrasi olmaz, olamaz:

Asla unutmayalım ki; Neo Emperyalizmin, sömürdüğü ülkelerdeki siyaseti, sadece iktidar üzerinden değil, muhalefet üzerinden de biçimlendirir!..