SİYASETİ KUTUPLAŞTIRMAK ŞİDDETTİR AMA AYNI ZAMANDA ÇARESİZLİKTİR!.

Sadece bizde değil bizim gibi demokrasinin tam gelişmediği, tam yerleşmediği ülkelerde sağcı hatta aşırı sağın her türlü rengini üstlenmiş gibi görünen politikacıların iktidara tırmanma aracıdır aslında toplumu kutuplaştırmak!.

Toplumu kutuplaştırma, denilen şey aslında bana göre bir ulusu bölüp parçalayıp hedef aldığın kesimini onların gözünde düşman ilan etmektir. Aslına bakarsanız hedef alınıp düşman ilan edilenler onlara göre toplumun bir parçası bir kesimi değildir. Onlara göre haindir, ülkeden sürülmesi gerekir, yok olması gerekir. Bir dönem bizde de olduğu gibi ‘Ya sev ya terk et’ derler onlar için, aynı mahallede komşu bile görmek istemezler onları..

İşte o zaman rakibi ötekileştirenlere kanan beyni bağlılar, ideolojik körler, düşünme sefilleri, din tüccarlığının kölelerinin içi bir anda kin ve nefretle dolar, bunlar arasında en katil ruhluları hemen harekete geçiriverir. Ötekileştirdiklerine saldırmaları, şiddete başvurmaları için bir emir ve talimat almalarına bile gerek kalmaz. Özellikle siyasi yapısındaki, bünyesindeki gözü dönmüş asalaklar, geçen bayramda Adıyaman’da Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik olarak gördüğümüz gibi, saldırganlıkta başrolü gönüllü biçimde hemen üstleniverirler. Gerçekleri çarpıtmak, olmayanı olmuş, söylenmeyeni söylenmiş gibi göstermek bu türden siyasetçinin ve siyasetin başlıca işi, görevidir. Çünkü o gözü dönmüş siyasetçiler, bilirler ki, kutuplaşan kitlelerden kimse gerçeği araştırma zahmetine bile girmeyecektir. Zaten onlarda ‘aslında doğru ve gerçek nedir?’ diye araştırma güdüsü, yeteneği veya merakı yoktur aslında..

Onlara göre bağlandığı kutbun önde gelenlerinin söyledikleri kesin doğrulardır çünkü!.

Onlar için bir anlamda ve de bir bakıma çoktan ‘Hakikat ötesi, gerçek ötesi’ bir dünya yaratılmış ve o kesimin taraftarlarını bu dünyanın içine hapsetmek, dahası giderek daha büyük kitleyi de bu aslında yalan olan dünyanın içine çekmek için çaba gösterilir durumda olurlar. Çok daha büyük yalanlar ortaya atılarak oluşturdukları sanal dünyanın dışına kimsenin çıkmasını izin verilmek istenmez. Bir anlamda ve bir bakıma hapishanenin parmaklıkları daha sıklaştırılır, öyle ki içeriye ışık bile sızması engellenmeye çalışılır. Şöyle ki, mümkün olduğu kadar geniş medya, iletişim organları ağı bu amaçla örülür. Birinden kaçarsın, diğerinin ağına yakalanırsın, TV izlerken birini zap’lar ama diğeri seni bekler. Yalanlarını etkili bir şekilde yaymak için, tüm medya organlarını adeta birbirine bağlar, 15-20 kanaldan aynı anda birden canlı ortak yayın yaptırırlar. Orta merkezde güya tarafsızmış gibi görünen bir kısım medyayı da türlü baskıcı yöntem, tehdit telefonlarıyla bu zincirin bir parçası olmaya zorlarlar. Özellikle seçim dönemlerinde tıpkı şimdi olduğu gibi bakanlarını ve partilerinin ağır toplarını birbiri ardına türlü zorlamalarla ekranlara çıkarttırırlar, saatlerce iktidarın icraatlarını ballandıra ballandıra(!) anlattırırlar. Bir şekilde devşirdikleri yalakalarını, en iyi yalanları hiç utanmadan söyleyebilecek yüzsüzleri, sürekli yorumcu, gazeteci, kanaat önderi, araştırmacı yazar, akademisyen olarak her akşam ekranlarda tutarlar, karşımıza çıkarırlar. Bazen de “sözde tarafsız” görüntüsünü vermek için yanlarına da yalandan da olsa muhalifmiş gibi görünen birkaç aslında şapşal kişileri monte ediverirler. Bu sayede milletin korkuları, güvensizlikleri de kullanılmış olur. Kendileri iktidarda olmazsa, ülkenin bölünüp parçalanacağı, bugün sahip olunan her şeyi yitirecekleri, bugünkü hallerine şükretmeleri, her şeyin iyi olacağı, sabretmeleri gerektiği konusunda kıyasıya beyinleri yıkanır. Bazı kitleler için de kötülükler kadere bağlanır, hatta muhalefete yıkılır, ‘Allah’ın işi, kader planı’ deniliverir.

 Aslında böyle yapılarak ülke ve toplum lime lime edilir, önemli olan ülkenin zenginliklerini yiyip bitirmektir. Bir bakıma ‘Para Tanrısı’ hükmünü her halükarda sürdürür ama kimse fark etmez!.

Örneğin; Meksika’da Brezilya’da dahası halk içinde yaygın cahilliğinin en çok olduğu ABD’de bu tür kutuplaşmalar işletilir, öyle ki parlamentolar, kongreler basılır, insanlar öldürülür. Bu türden kutuplaştırmalar sadece ve mutlaka iktidarlarca uygulanmaz, küçük bir siyasi lider de çeşitli konularda düşmanlıklar dolayısıyla kutuplaşmalar yaratarak ötekileştirmeye yönelik yalanlarla kendisine bağımlı bir kitle oluşturabilir. Bu türden nefret söylemleri kaybetme riski ile karşı karşıya olan iktidarlarca alabildiğine ‘aslında çaresizlikten’ de körüklenmiş olur. Dolayısıyla biraz zaman geçtikçe İktidar elemanları ve aparatları gittikçe zırvalamaya, mantıklarını kaybetmeye, normal zamanlarda yapmayacakları şeyleri yapmaya başlayıverirler. Son günlerde bizlerde bu türden siyaset aparatlarını, bol bol seyrediyorsunuz şu günlerde öyle değil mi?