Geçen hafta sonu ve bu hafta başı aynı konuya ilişkin bu sütunlarda yayımlanan yazılarıma devam teşkil etmesi bakımından bir anlamda kaldığım yerden devam ediyorum. Diyanet İşleri eski başkanlarından Ali Bardakoğlu bu konuyu ilişkin geçmişte yaptığı açıklamalarında şu türden tespitler yapmaktadır;

İslam dünyasında şiddet vardır. Halen mezhep çatışmalarında kan akıyor, akıtılıyor, müminler maalesef birbirlerinin camilerini bombalıyorlar. Bu vahim duruma karşılık ‘Sünni ve Şii ulema mensupları’ bir türlü bir araya gelip bu duruma tavır alamıyorlar. Aksine kendi mezhep mensuplarını haklı göstermeye yönelik karşı fetvalar yayınlıyorlar. Bu sözde alimler sürekli cihat, tekfir ve canlı bomba fetvaları veriyorlar!..’

İslam tarihi üzerine araştırmalarıyla tanınan İlahiyatçı Yazar İhsan Eliaçık ise bu konuya ilişkin yazdığı makalelerinde somut kanıtlarda sunmaktadır. Şöyle ki; ‘İslam’ın ilk üç halifesini kimler öldürdü, Haçlılar mı yaptı bunu? Kerbela’yı kim yaptı, Batılılar mı, Haçlılar mı? Mekke’yi, Medine’yi kim basıp ateşe verdi? İslam tarihi kan şiddet ve ayaklanmaları bastırmakla doludur. İslam tarihi bu açıdan kendisiyle yüzleşmesi gereken aslında kanlı bir tarihtir. Peygamberimizin bütün mesajları ‘adaletli, eşitlikçi, barışçı’ olmak üzerine idi. Ama bu Kerbela’da maalesef son bulmuştur. Kerbela’ da peygamberimizin torunu Hazreti Hüseyin’in kafasının kesilip, Saray’a gönderilmesiyle bu iş bitmiştir. Ondan sonraki süreç aslında kanlı imparatorluklar tarihidir. Emeviler, Abbasiler, Osmanlıların dönemleri hep ele geçirme, işgal, fetih hareketleriyle doludur. İslam’ın barışçıl ruhu peygamberimizden 50-60 yıl sonra tamamen bitmiştir!..’

Bu tarihi evrimin nedenini Ali Bardakoğlu din ile siyasetin iç içe girmesinde görmektedir; ‘Siyaset ile İslam'ı özdeşleştiren ve bireyleri din konusunda yol ayrımına getiren bir dil benimsenmiş durumdadır. Bu dil, Kuran'da ve peygamberimizde olmayan, sonradan üretilmiş siyasal bir dildir, dinsel içerik ve anlam taşıyan bir dil değildir. Din; ideolojilerle yarıştırılmış, kavgalar din üzerinden verilmiştir. Herkes dinden kendini meşrulaştıracak veya ötekini dışlayacak argümanlar seçme yarışına girmiş gibi görünmektedir…

Bu görüş bence de son derece doğrudur. Çünkü günümüzde inançlar üzerinden bakıldığında ‘bireye özgürlük alanı’ bırakmak şöyle dursun, kimi sevip kime karşı olunması gerektiğine kadar inen ‘Prototip Müslüman’ modeli sunulmuş, aslında bizlere dayatılmış durumdadır. Oysa bizim kökleşen geleneğimiz böyle değildi. İslam, hep sivil ve özgür ortamlarda gelişmiştir. ‘O halde çare nedir?’ diye düşünüp sorduğumuzda karşımıza üzerinde çok dikkatli düşünülmesi gereken yanıtlar ve bir o kadar yeni sorular çıkmaktadır. Belli ki çare Kuran ve sünnete olduğu kadar çağın gerçeklerine uygun bir din eğitimini verebilmekle doğrudan ilintilidir. Şöyle ki; ‘Gerçek İslam'ı kim bilir ve belirler?’ diye de sorulunca ‘Elbette Ulema’ denilmektedir. İyi ama zaten mevcut sorunların arkasında günümüz ulemalarının bir hayli noksan ve hatta sakat zihin yapısı yok mudur Allah aşkına sorarım sizlere?..

Bu durum aslına bakarsanız, yeni bir açmazla karşı karşıya kalmamıza neden olmaktadır. Bilgili, bilinçli Müslümanların çoğu bilir; Kuran'ı Kerim’in Alak Suresinin ilk ayeti ‘İkra’ yani ‘Oku’ diye başlar. Oku aslında ‘Anla’ demektir. Ancak özellikle son yıllarda ortalık kendine ‘İslam adına’ konuşma yetkisi verenlerle doldu, taştı adeta!...

Bunların önemli bir bölümü de şu veya bu şekilde siyasette de boy göstermektedir. Bu kişiler bence öncelikle dinini iyi bilmek, anlamak zorundadır. Ama şurası da bir gerçek ki, dini iyi bilenler zaten ‘İslam adına’ ileri geri, yerli, yersiz, gerekli, gereksiz konuşma yetkisini kendilerinde görmez, göremezler. Geçmişten bu yana yıllar, yüz yıllar boyu ‘İslam'a en büyük kötülüğü’ dini siyasete alet edenler yapmıştır. Dini siyasete alet edenler; ‘İslam'ın baskıcı, yasakçı, insanlara seçim hakkı bırakmayan bir din olarak algılanmasına yol açmışlardır!’

Kendini Müslüman olarak tanımlayanlar, dini siyasette kullananlara inanmak yerine, Kuran'ı biraz dikkatle okumayı deneseler, İslam'ın gerçeklerini orada göreceklerdir. Çünkü her şey Kuran'ı Kerim’de açıkça anlatılmıştır. Çok okuyan, okuduklarını sorgulayan, öğrendiklerini araştıran ve yaymaya çalışan biri olarak bendeniz; dini siyasete alet edenlerin bir hastalık gibi yaydıkları ‘İslam'da doğru bilinen yanlışları’ olabildiğince tespit edip, ulaştığım insanlara dilimin döndüğünce anlatmaya çalışıyorum. Dilimin döndüğünce, bilgimin yettiğince anlatmaya çalıştığım, anlattığım ilk konu; ‘Allah'ın, insana seçme özgürlüğünü vermiş olmasıdır. Allah insana, inanıp inanmama, dinin gereklerini yerine getirip getirmeme özgürlüğünü tanımıştır.’ Bu özgürlükleri görmek için Araf suresinin 172. Ayetine bakarak başlamak gerektiğine inanıyorum; o ayet şöyle der; “Kıyamet gününde, ‘bizim bundan haberimiz yoktu’ dememeniz için Rabbin, Adem oğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini çıkardı. Onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki, 'Ben sizin rabbiniz değil miyim?' Onlar da ‘evet buna şahit olduk’ dediler.”

İlk okunuşunda anlaşılması biraz zor gibi gözükse de bu ayet, Allah'ın insanlara tek tek hitap ettiğini ve sorduğu soru ile onlara ‘evet’ ya da ‘hayır’ deme hakkını verdiğini, yani özgürlük tanıdığını göstermektedir. Aksi takdirde, bu soruyu sormaz ve doğrudan “Ben sizin rabbinizim” derdi. Allah'ın, insanların kendisine inanıp, inanmama konusunda verdiği özgürlükle ilgili, Peygamberimizi de uyardığını biliyoruz. Bu durum, Kuran'ın Gaşiye suresinin 22.Ayetinde, “Resulüm, sen onlara hatırlat. Çünkü sen sadece hatırlatıcısın. Onları zorlayıcı değilsin” sözleriyle anlatılmıştır. Yani verilen mesaj gayet açıktır; Peygamberimiz, Allah'a iman edilmesi konusunda sadece hatırlatmakla görevlidir. İnsanlara yine ‘evet’ ya da ‘hayır’ deme özgürlüğü tanınmıştır. Zaten Allah seçme özgürlüğünü tanımasaydı, tüm insanları kendisine inanlar olarak yaratırdı. Her şey bu kadar açıkken, Allah, Kuran’da inanç özgürlüğünü net bir şekilde tanımışken, Peygamberimize vermediği yetkiyi, dini siyasete alet edenlerin kullanması, dolayısıyla insanlara baskı yapmaları, aslında Kuran'ın inkarı değil midir?..

Dini siyasette kullananlar, dini değerleri siyasi konuşmaların içine yerleştirenler, İslam'ı sadece baskıcı ve dayatmacı bir dinmiş gibi göstermekle kalmaz, olmayan bir yetkiyi kullanarak, Allah'a şirk, yani eş koşup, O'nun bağışlayıcı, hoşgörülü, seçim özgürlüğü tanıyan özelliklerini de yok saymış olurlar!..