Günün birinde ‘tanıdığınız veya tanımadığınız hiç fark etmez’ adamın biri size “yahu arkadaş elime yüklüce bir miktar para geçti. 100 milyon Lira civarı paraya sahibim. Bu parayı yaşadığımız mahallenin veya sokağın onarımı ve yeniden imarı için mi harcayalım, yoksa bu mahallede veya sokakta yaşayan insanlara eşit biçimde bölüştürelim mi?” diye sorsa hiç kuşkusuz vereceğiniz yanıt, bence büyük bir olasılıkla; “o parayı insanlara eşit biçimde bölüştürelim.” olmaz kanısındayım, maalesef!..

Çünkü yaşadığımız toplumun akıp giden yaşam serüveninde ‘medeni ölçütlerde yaşam seviyesiyle kalitesi’ yani ‘niteliksel düzeyi’ ön planda gelmemektedir yani öncelikli değildir!..

Böylesi bir durumla karşılaştığınızda ise “Peki, içinde yaşadığımız bu toplum için ön planda gelen, öncelikli olan nedir?” diye sorarsanız, merhum Çetin Altan ustamızın sanırım 1980’li yıllarda kaleme aldığı bir yazısında önemle vurguladığı gibi, ‘kişilerin gizli kalmış iç eğilimleri kurcalandığında’ ön planda, öncelikli olan tutkunun ‘yerelin önemlisi’ olmanın belirtildiği açıkça görülmektedir de o yüzden…

‘Güncelin ve de yerelin önemlisi’ kavramının ‘daha da anlaşılır’ olması adına açıkça ifade etmek gerekirse ‘kerameti kendinden menkul olmak’ veya ‘kendini keramet sahibi sanmak, kendini önemsetmeye zorlamak’ şeklinde bir durum söz konusudur.

Örneğin; “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sorusunun yanıtını kendi kendine yüklenmiş önemiyle birlikte her rastladığına gerinerek ve böbürlenerek anlatabilme pozisyonuyla ortaya çıkan durumdur.

” O zaman böyle bir pozisyona sahip olabilmenin yolu veya yöntemi nedir ve nasıl olmalıdır?” diye soracak olursanız, verilecek yanıt belki de şöyle olacaktır; “Büyük sermaye sahibi olmanın pek kolay görünmediği, önemli bir bürokrat olmak için de en az bir üniversite diploması sahibi olunması zorunluluğu bulunduğundan, yerelin önemlisi olmak, dolayısıyla yaşam seviyesiyle kalitesini arttırmanın medeni bir yaşam sürmenin en kestirme yolu ‘hele ki günümüzde’ siyasetçi olmaktır…”

Bu durumda ‘en kestirme yol siyasetçi olmaktır’ gibi görünmektedir ama orada da kendinden yana seçmen ve yandaş bulma zorunluluğu vardır.

‘Peki, bu durum nasıl sağlanacaktır, nasıl gerçekleşecektir?’

Yaşadığımız toplumda insanların büyük bir kısmının mesleki anlamda bakıldığında aslında ‘mesleksel kimliği’ yoktur.

Bu durumda ‘etnik ve dinsel kimlik gibi etiketler’ üzerinden siyaset yapmak günümüzde kimilerine göre ‘en doğru strateji gibi’ görünmektedir. Yani bir başka deyişle ‘Türklük ve Müslümanlık gibi’ doğuştan edinilen ‘kimliksel etiketleri pompalamak gerekir’ şeklindeki yol ve yöntem öteden beri en kolay strateji oluvermiştir, özellikle de ‘siyaset yaparak sınıf atlamaya heveslenen’ birileri ve kimileri için!..
Bu durumu “doğu toplumlarının dayatmacı yapısında dayatmacı şartlanmalar sayesinde mesleksizlikten beslenen  o sayede ‘yerelin önemlisi olma’ tutkusuna bürünen, toplumun büyük bir kesimi tarafından paylaşılan ‘seviyeli ve kaliteli bir yaşam’ isteğine nasıl dönüşebilir? Sorusuna makul ve anlaşılabilir bir yanıt elbette bulunabilir!..

Şöyle ki; iki bin küsur yıl önce yaşamış olan Büyük İskender sağ olsa belki de ‘Yabancılarla evlenerek’ derdi. Çünkü kendisi daha o zamanlar İskenderiye uygarlığını kurduğu dönemde, ordusuna yabancılarla evlenme emrini vermişti. Bizim toplumun insanlarının ise doğarken edindikleri etiketler dışında, gelişmiş mesleksel anlamda bir kimlikleri olmadığından, kendilerini genellikle ırk ve inanç açısından değerli bulmak zorundadırlar. Kendi çabalarıyla insanlığın yararlandığı üstün yetenekler gösterememiş olmanın ezikliğinden ancak böyle uzaklaşabilmekte ve dolayısıyla kendilerini rahatlatabilmektedirler. Belki de o yüzden bizde yabancı evlilikler, başka toplumlardakinden daha azdır. Despotik bir ‘bencillikten’ insanların daha kaliteli bir hayat sürecinden geçmesine endeksli ‘bireyci’ bir anlayışa hiç mi atlanamayacaktır, diyen bir karamsarlığa bence gerek yoktur. Çünkü bizde de bütün toplumu değiştirecek düzeyde olmasa bile, epeyce insan kendilerini sarmalayan üst düzeyde bir yaşam kalitesi yaratmıştır. Bu durum bir yandan kültür çatlamasını ve çatışmasını derinleştirirken, bir yandan da gizli bir ‘imrenme modeli’ oluşturmaktadır.

2000’li yılların ilk çeyreğine eriştiğimiz bugünlerde bizim toplumumuzda da bireylerin topluca olmasa da kendi çağının kalite düzeyleri ile pek kolay olmasa da er ya da geç buluşacağı yadsınamaz bir gerçektir. O yüzden asla enseyi karartmamak lazımdır.” şeklinde görüşleri benzer biçimde ifade eden merhum Çetin Altan ustamız bu durumda elbette ki çok haklıdır!..

Bana sorarsanız da enseyi asla karartmamak gerekmektedir!..

Ancak bu toplumun her kesimden bireyleri, yani bizler, küresel güçlerin paralel biçimde sözcülüğünü, taşeronluğunu, maşalığını yapanından, etnik kimlik çatışmasını, toplumsal ayrışmaya dönüştürme amacı güdeninden, dini siyasete alet ederek seküler yapının yani laikliğin temeline dinamit koymakla eşdeğer hamaset siyaseti yapanına kadar, her türlü aykırı ve de çirkin siyaset hamlesini gerçekleştirenleri yıllar yılı gördük, izledik, görmeye de halen devam ediyor ibretle yakından izliyoruz, öyle değil mi?.

O nedenle insanımız elbette önümüzdeki süreçte iş başa düştüğünde yani yine sandık başına gittiğinde öyle umuyor, umut etmek istiyorum ki en doğru kararı vererek gereğini yapacaktır. Belki de bu sayede toplumumuzun gerçekten ‘seviyeli ve kaliteli bir yaşam isteği var mıdır, yok mudur’ böylece ortaya çıkmış olacaktır. İnanın bu işin başka çaresi meşru zeminde yoktur. Sizin anlayacağınız top sizdedir, o yüzden bu kez ‘asla geri pas yapmayın, ileri çıkın gol atın’ demek istiyorum aslında!..

Çünkü onlar; özellikle son 25 yıldır, ‘hep sizlerin ve bizlerin kalesine gol atmıyor mu’ ve siz bu çok garip veya bir başka deyişle aykırı düşünce niteliğinde olan yani ‘paradoksal’ durumun hala farkında değil misiniz?

Lütfen bu kez olsun; farkında olun, ne olur uyanın artık!

 Yoksa yarın çok geç olacak, Demedi demeyin sakın!..