Hayatımızın içinde, birçok tanıdığımız insanla karşı karşıya gelmiş, hal hatır sormuşuzdur. Bazen hemen ayaküstü, bazen de oturup muhabbet içinde ‘nasılsın’ diye sorulduğunda otomatikman verilen hazır cevap ‘iyiyim’ olur…

Hiç düşünmeden direkt çıkar ağızdan; ‘iyiyim’ demek ağız alışkanlığı olmuş, ‘pat’ diye söylenir…

Ama insan hep iyi olmuyor, öyle olmayı umuyor, temenni ediyor olsa da…

İlk etapta ‘nasılsın’ ve ‘iyilik, sağlık, ne olsun’ denir ama sohbet biraz derinleştiğinde hiç kimsenin hayatından memnun olmadığını görürsünüz. Kimi işinden, kimi çevresinden kimi okulundan, kimi sağlığından, hatta komple yaşadığı hayattan şikayet edip durur…

‘Bir dokun bin ah işit’ şikayetler, dert yanmalar, yakınmalar, sızlanmalar ardı ardına sıralanır…

Aslında az çok hepimizde var bu memnuniyetsizlikler, şikayet ettiğimiz durumlar. Dünya hali bu, daha da doğrusu imtihan dünyası…

Bizler bu dünyaya keyif sürmek ve rahat etmek için gelmedik. İşte tam da bu yüzdendir ki her koşulda ve her zaman şükretmek gerekir. Hiç kimse için meşakkatsiz bir hayat zahmetsiz bir dünya yok. Kimi işine kimi eşine, kimi çevresine göre, kimi kurduğu hayaline, çizdiği dünyasına göre ya iyi oluyor ya da kötü oluyor…

Burada esas olan elindekilere şükredip kanaat etmektir. Bu dünyada iyisi de var, kötüsü de ve elbette bir de aklımız var. Aklımızı kullanarak ya iyi olup şükrederiz ya da kötü olup hüsrana uğrarız. Her şeyin iyi tarafından bakmak, iyi tarafını görmek gerekir…

Elimizdekilerin kıymetini bilip olmayanları da düşünerek halimize şükretmemiz gerekir. Gücümüz yettiğince alabildiklerimize bakıp, alamayanları düşünmek gerekir. Sağlığımıza bakıp sağlığını kaybedenleri, kötünün de kötüsünün olabileceğini düşünmek gerekir…

Aslında her insan iyidir, ama iyiliği ‘ters-düz’ eden de yine insanın kendisidir!...